Sıcaklardan sıvılaştığını düşündüğüm beynimle 3 gündür şu aşağıda görmüş olduğunuz 3 genç kızımıza dadılık etmekle meşgulum. Almanya’da yaşayan kuzenim ve taşşş alman arkadaşı şehrimizi gezmek üzere 1 haftalığına İstanbul’dalar. Valla öyle bir güzellik ve tazelik yanında insan kendini kötü hissedebiliyor. Sabahtan akşamlara kadar alışveriş yapmak olsun, gezmek olsun, kevgire dönmüş vücutlarına bir piercing daha eklemek olsun (kuku da bile piercing varmış!) gece çıkış saati olan takriben 23:00’e kadar beraberiz. Sonra onlar reina, crystal yollarına ben ya evime ya da biraz yorgunluğu atmak için arkadaşlarıma demlenmeye. Günü bu saatlerde bitirmeme rağmen onlardan daha yorgun ve bitap oluyorum ertesi sabah. olağanüstü bir durum değil tabii gençlik enerjisi. 5 sene öncesine kadar biz de böyleydik deyip avunuyoruz.
Epeyce ilişkiler konuşuldu etrafımda bu hafta sonu. Sevgililer, karılar, kocalar, ikinci turu dönenler, aynı anda birkaç ilişkiyi idare edenler, edemeyenler, çok aşıklar, aşkı bitmişler... O kadar tepkisizim ki, televizyon izler gibi izliyorum insanları. Arkadaşım bir sessizlik anında şöyle bir dilekte bulundu: “Magnetçim, canım arkadaşıma da Allah muhteşem bir aşk versin artık. Çok istiyorum!” O kadar içten diledi ki kocası ve benim de gözlerimiz ıslandı. Böyle bir dilek beni duygulandırır ama ben artık aşk meşk istemiyorum. Duygum yok. Bir daha geri geleceğini de sanmıyorum. ayrıca bu durum beni şaşılacak bir şekilde hiç üzmüyor. Tabii neden böyle olduğunu, bilinçaltımı da biliyorum. Aşk eşittir problem. Böyle düşündüğüm sürece de yeni birini almayacağım hayatıma. Bunu da biliyorum. Olması için “aşk eşit değildir problem” demek gerektiğini de.
Eve gittim. Duşu açtım, soğuk suyun altına atladım. Günlerdir sinyal veren duş başı hortum kısmından fırladı. Suyun tazyiki ile kıvranan hortumu tutmam birkaç saniye mümkün olmadı. Sular duşakabini de aştı ve tavan, yerler, koridor heryer sırılsıklam! Normalde bu muhabbetlerin üzerine, bir de duşbaşı patlaması yaşayan magnet duşa oturup saatlerce suyun altında hüngür hüngür ağlar. Yalnızlığına üzülür. Hak etmeyen insanlara harcadığı emeklere, zamanlara üzülür. Arka arkaya bütün negatifleri sıralar ve arabeske bağlar. “sktir” deyip hortumu tutarak duşumu almaya devam ettim. Çıktım. Müziği açtım. Gecenin bir yarısı yerleri, duvarları sildim. Sonra da yazın en sevdiğim şey olan ıslak saçlarla yatağıma serildim. Mis gibi bir uyku öncesi aklımdan şunlar geçiyordu: Acaba insanlığımı mı kaybediyorum? Neden sevgilimin olmaması beni üzmüyor? Neden bu konuda kendime bilim insanı edasıyla yaklaşıyorum? Neden yalnızlıktan bu kadar keyif alıyorum? Neden eve birini çağırdığımda sıkılmaya başlıyorum? Biri bana 2 sene önce “ben yalnızlığı çok seviyorum. Artık hayatımda kimseyi istemiyorum.”dediğinde içimden “hadi leyynn” der, samimi olmadığını, ilişkiler konusundaki beceriksizliğini örtmeye çalıştığını düşünür hatta acırdım. Bugün acıdığım insanların durumundayım ama halimde acınacak birşey bulamıyorum. Hayatım boyunca asla yaşamadığım bu duygu beni kaygılandırıyor. O kadar da değil. Hayatımın sonuna kadar yalnız kalmak istemem elbet. Ama ne zaman aşkı çağırmak lazım? Kim uğraşacak yeni birini tanı, kendini anlat, o’na da vakit ayır, enerji harca, nazını pozunu çek, hayatı öğret... bir ton iş. Halimde bir tuhaflık mı var?
acıklı bir başlık atayım, belki o biraz duygulandırır beni dedim ama bana mısın demedi.

which one is 30plus?