Sayfalar

31 Aralık 2010 Cuma

goodbye 2010. I luv u

geldik hesap kitap gününe. zamanı bölümlere ayırıp o belirli bölümler tamamlandığında ister istemez geriye dönüp bakma isteği oluyor insanda.

annem kendini baştan yaratıyor
dün annem ofise ziyaretime geldi. özellikle yıl bitmeden beni görmek istemiş. yeni kararlar almış. etrafındaki herkese bu kararları bildiriyormuş. değişikliğine şaşırmayaymışız. artık hiç birşeyi içinde tutmayacak, hemen söylecekmiş. kendine de daha çok vakit ayıracakmış. bla bla bla... bıyık altından güldüm ama o yaşta hala kendiyle hesaplaşıp, beğenmediği yanlarını ne kadar becereceğini bilemesem de düzeltmeye çalışması hoşuma gitti.

ah etme ne olur, döner seni bulur!
beni terkeden eski bir sevgilimin yeni sevgisi tarafından terketmekten beter edildiğini öğrendim. eşe dosta "magnet'in ahı mı tuttu acaba" diyormuş. ilk zamanlar ah ettiğimi hatırlıyorum. küfürün bini bir paraydı. ancak sonra her zaman olduğu gibi asıl hatalının o değil ben olduğumu anladığımda nefretimi kendime yöneltmiştim. en zoru bunu kabul etmek olmuştu. insan kendinden nefret edince nereye kaçacağını bilemiyor. hatta ah ettiğimi hatırladığımda tövbe bile ettim. ancak hep öyle olur ya, zaman geçtikçe konu önemini yitirir ve kendisiyle ilgili kötü bir haber aldığınızda ağzınız dola dola "oh olsun" diyemezsiniz. kendisi için bir dilekte bulunma hakkım varsa, daha uzun ve daha dolu dolu deneyimler diliyorum. en az 8 ay bir hatunla aynı evde yaşasın mesela. o zaman göreceğim ben onun dötünü.

arkalimle ben
bu yılın en büyük kaybı. biz birbirimizi kaybettik. dün farkettim ki silmiş beni heryerlerden. sevgili acısından beter arkadaş acısı. rüyalarıma giriyor sürekli. ancak yanyana da olamıyoruz demek ki. güzel ve bebekli bir yıl olsun onunki.

işler tıkırında
bugün çok büyük bir projemin onayı geldi. ayrıca küçük bir işi reddettim. "müşteri seçiniz. bu seçimler size para kazandırır" mottosunun sonuna kadar arkasındayım.

gönül işleri
bu senenin benim için ilişki konusundaki özelliği hiç ilişkimin olmadığı neredeyse ilk senem olması. ben yalnızlığımı sevdim o da beni sevdi sağ olsun. ole'nin tokatlarından sonra "10 dönüm bostan, yan gel osman" şeklinde keyifle devam ettirdiğim yalnızlığımı bu kadar sevmemem gerektiğini, senem sayesinde hayatıma giren her adam için ilk yaptığım tanımlamanın "düzgün biri" olduğunu üzülerek kabul ettim. yeni yılda ilişki yaşamak için ve adamları "düzgün biri" olarak tanımlamamak için -bilinçaltı hala yaralanacağını düşünüyor sanırım!!-çaba gösterme konusunda hazırola geçiyorum.

başkaca da kayda değer birşey olmadı 2010'da. yolda olan haberlerim var. bi' kesinleşsin, onlar da 2011'e kalsın. biz tüm teklifleri reddedip senem'le evimizde takılacağız. kimseyi beklemeyiz. ben satışımı da yapmış olmanın keyfiyle eve gidip yemek yapmaya girişiyorum. güzel bir yıl olsun, kalbiniz ritmini vursun:)

29 Aralık 2010 Çarşamba

bazen Frida olmak

Size burda kim olduklarından bahsetmeyeceğim. Zaten hiç tablolarıyla karşılaşmasanız da mutlaka Selma Hayek’in oynadığı Frida'nın hayatını konu alan filmi izlemişsinizder.
Cumartesi günü hafta içinde niyetlendiğim gibi önce Frida Kahlo & Diego Rivera’nın mini sergisini gezmek için Pera Müzesi’ne, ardından da Galata Moda standlarına şöyle bir göz atmaya gittim. Pera Müzesi yerine Pera Sanat Evi’ne gittiğim için koştur koştur yetişebildim sergiye. Bazen insan hergün önünden geçtiği yerlere bile dikkat etmiyor. günümün büyük bir kısmını “nerde buluşulacak, kaçta buluşulacak, sonrasında ne yapılacak” gibi konular nedeniyle telefonda geçirsem de, şu sıralar bu tarz kültürel faaliyetlerime eşi dostu da ortak etmekten keyif alıyor, tüm bu organizasyonları büyük bir keyifle yapıyorum. Hem tembellik etmeyip planımı gerçekleştirdiğim, hem birkaç insanın daha sergiyi gezmesine sebep olduğum, hem de Coşkun Hürsel’in ısrarıyla yine tembellik etmeyip sergiyi yazmaya başladığım için kendimi alkışlıyorum.
Sergide 40 kadar eser vardi. Tabloların pek çoğu bildiğimiz eserler. Ancak benim ilgimi tablolar ve poz verdikleri fotoğraflardan ziyade Frida’nın eskizleri çekti. dinmek bilmeyen sırt ağrıları nedeniyle büyük tuvallerde çalışamadığını biliyoruz. Neredeyse yatağa bağımlı bir hayat süren bir ressamın tablolarından çok eskizlerinin dikkat çekmesi aslında sürpriz olmamalı tabii. İnternette bakınmama rağmen aşağıdaki eskizin daha net bir fotoğrafını bulamadım. Bu kötü iphone fotoğrafı için üzgünüm.

Sağlık sorunları nedeniyle hamile kalamayacağından pek çok kez kürjaj olmuş ve bu kürtajlar da böyle yansımış sanatına. buraya tekrar döneceğim...


Özellikle şu tablosu Semiha Berksoy’un Nazım Hikmet aşkını anımsatmıyor mu size de? Aynı dönemin sanatçıları. Birbirlerinden haberdardırlar herhalde, değil mi? Bir tablo neyi anlatmak ister ya da nasıl yorumlanmalıdır bilmiyorum. Bunu geçen gün Coşkun Hürsel’le tivitleşirken bir kez daha yaşadım. Kendisi yaklaşık bir yıl kadar önce yorumlamış olduğu bir tablo’da aslında hasır şapkanın altını çizmişken, bunca zaman sonra benim kadının kıpkırmızı canlı yanaklarını hatırlıyor olmam buna güzel bir örnek. (bu arada bir yıl önceki herhangi birşeyi hatırlamam zaten mucize!)

bunu da Diego kendisinden hiç bahsetmediğim için ağlamasın diye koydum.
Aslında çalkantılı aşk hayatlarının, ağrılarının, defalarca tekrarlanan ameliyatlarının, tüm bunlara rağmen her zaman renklerin kraliçesi gibi görünmesine neden olan kendine has giyim tarzının ve saç toplama şeklinin dışında bir özelliği daha var. Bu kadar kadın kadın olan bir figürün tam bir eşcinsel gibi kaşlarını ve bıyıklarını almamış olması. Lezbiyen eğilimleri olduğunu biliyoruz ancak kendisi tam bir lezbiyen değilmiş. Aranızdan bazılarınız konuyu yine kıla tüye getirdiğimi düşünebilir. benim dikkatimi çeken Frida’nın toplumun estetik zevkinden farklı bir zevke sahip olması ve genel estetik kalıplarını reddetmesi aslında. Yani Frida’nın bakımsız bir kadın olduğu için kaşını bıyığını duvardan duvara samur halı şeklinde bıratığını söyleyemeyiz. Kendisine gösterdiği özeni, rengarenk kıyafetlerinden, renkli kurdelalarla örerek süslediği saçlarından rahatlıkla görebiliyoruz. Keşke ben de kendimi onun kadar özgür hissedebilsem diye düşündüm. Moda, tasarım gibi zevklerimizi yönlendiren ve çokça vakit ayırdığımız konular aslında özgürlüğümüzü ve biz olmamızı kısıtlayan küçücük şeyler gibi göründü bir anda gözüme.
Şimdi fotoğraftaki eskize geri dönelim. Bir kadının fiziken çocuk sahibi olamayacağını bilmesi ve bunu kabullenememesi, kabullenmeye çalışması, zaman zaman bu istekten kurtulmaya çalışması.. tüm bunlar bana kendimi ya da benim profilimdeki şehir kadınlarını hatırlattı. Aslında bizler de giderek çocuk sahibi olma ihtimalimizin düştüğünün, beraber çocuk yapmaya karar verecek erkek profilinin eksikliğinin farkındayız ve atıyoruz bu konuyu arkaya. Frida’nın çocuk yapmak istediği kocası var ancak sağlığı müsaade etmiyor. Benim sağlığım yerinde ancak kendisinden çocuk sahibi olmak isteyeceğim bir erkeğim yok. Ve bazen böyle iki kişilik isteklerim olduğu için kendimi kötü ya da güçsüz hissediyorum.
Uzun süredir yazmadığım için beni zorlayan arkadaşlar. Zorlamaya devam edin. Başlamadan önce zor geliyordu ama özlemişim.
Konuyla ilgili faydalı linkler:
http://www.peramuzesi.org.tr/sergiler/detay_sureli_sergiler.aspx?SectionID=dzSg6oYgaecNjl%2bZjYyLpQ%3d%3d&ContentID=T6tDCYQBvxxM5zu20N%2fGAQ%3d%3d 

alkol içelim, alkol konuşalım. şaka şaka artık eskisi gibi içmiyorum ama oturdum mu durmuyorm. şu Frida tasarım şişeli tekilalara bakın! Yanlış hatırlamıyorsam yeğeni ölümünden sonra üretmeye başlamış bu tekilayı. hadi ben içmeye gidiyorum. öptüm bye!

23 Aralık 2010 Perşembe

zorunlu sosyalleşmeler

akşam bizim şirketin xmas partisine davet ettiğim dostumla az önceki msn muhabbetimiz. (aynen copy-paste yapılmıştır)

X:
gelsem mi akşam kuş yaa


Magnet:
gel yeaaa
benim bir iki kurumsal müşterim de olacak onlara da ilgi alaka lazım ama kafa adamlar


X:
Y gelmiyo istersen sen git dedi
ben de kararsızım


Magnet:
valla hahaha hihihi
iş hayatıyla ilgili yalan hareketler öğrenirsin işte gelirsen
‘aayyyy cnmmm çok güzel olmuşsuuuuunnn’


X:
hahahahaaa


Magnet:
ama arkadan kuyu kazmaca
önceleri depresyona giriyordum ama
artık ben de alıştım
‘canıııımmmm ne güzel olmuşsun, ayy özlemişim’


X:
nabza göre şerbet hesabı


Magnet:
daha fazlası

13 Aralık 2010 Pazartesi

gel evimi tasarla demek istiyorum bunu yapana

kimin yaptığını bilmiyorum ama benim gibi küçük evlerde oturanlar için çok büyük bir tasarım! tablo gibi koltuğun üstüne asar, alttan üfleyerek kuruturum çamaşırlarımı.

8 Aralık 2010 Çarşamba

game over!

artık ilişkiler ve ilişememekle ilgili yazılan, çizilen, yaşanan şeylerden o kadar sıkıldım ki, birkaç defa okunmuş bir kitap gibi çoktan rafa kaldırmıştım konuyu. ne bu konularda yazılan şeylere karşı bir ilgi duyuyorum, ne de kendim benzer şeyler yazıyorum. çünkü o kısım kocaman bir boşluk. bu boşluğu bazen 2 kadeh devirdiğimde, bazen uma thurman "duygularımız olmadan hepimiz birer makineyiz" dediğinde "evrene olumlu mesajlar göndermek lazım magnet!" diyerek sevgi pıtırcığına bağlayıp, kimi zaman da "ne evrenmiş arkadaş bağır, çağır duymadı senelerdir. zaten kendimden başka da kimseyi sevemiyorum aslında" diyerekten kimi içten, kimi inanmaya çalışırken kendimi yakalayarak doldurmaya çalışıyorum. ailemden ayrılmamla beraber yavaş yavaş kendim istediğim için değil de, ailem istediği için evlenmeyi arzuluyormuşum uyanışını da yaşadıktan sonra sadece beni ilgilendiren, çözülmeden rafa kaldırmamdan ötürü kimseyi etkilemeyecek bir durum. ihtiyaç duyarsam yine raftan alıp göz atarım sayfalarına. ama çözülemeden gündemden kalkmış olması kimseyi negatif etkilemez.
birkaç gündür 20'lerimin başlarındaki ruhaliyetimi hatırlamaya çalışıyorum. kutuları açtım. eski günlükümsü karalamalarımı okuyorum. nelerle ilgilendiğimi, dünyaya nasıl baktığımı yakalamaya çalışıyorum falan. o dönemde ne kadar idealist, hedefleri ve kariyer planları olan, hırslı bir yeni mezunmuşum. uzun süreli bir ilişkinin göbeğinde -ilişki dediysem, haftanın bir günü buluşma şeklinde- en büyük sıkıntısı gece dışarı çıkarken ne uydursam acaba olan, bir yandan da ailede yaşanan krizlerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışan bir küçük kız. iş yerinde uğradığı ilk tacizde dünyası başına yıkılan, etrafta gördüğü aldatma, kazıklama, yalan söyleme gibi olağan durumlara şaşkınlıkla, hatta çok zaman tepki veremeyecek kadar şaşkınlıkla bakıp evde kendini ağlaya ağlaya paralayan "allam bu ne biçim dünya, batsın bu dünya" şeklinde kendini bunalımdan bunalımlara atan, nerelere kaçacağını bilemeyen gerçekten küçük bir kız.
şu sıra bu konulara neden bu kadar kafa yoruyorum biliyor musunuz? birkaç gün önce 21 yaşında Almanya'da tıp okuyan kuzenimin İzmit'te yaşayan bir hanzo ile evlenmeye ve eğitimini bırakıp Türkiye'ye dönmeye karar verdiğini öğrendik. olayın aile içindeki yansımaları, ucu bucağı gelmeyen konuşmalar, konuşamamalar, yarattığı şok, herifi gugılladıkça, fotoğraflarını gördükçe ve veriler ulaştıkça  hanzoluğu konusunda biraz daha emin olduğum halde bir kısım aile üyesi tarafından "bu işi bozacak kötü kadın" olarak görülmem yapmaktan vazgeçmeyeceğim konuşmayı tekrar tekrar gözden geçirmeme neden oldu da bu yüzden. çocukla ilgili kesinlikle olumsuz birşey söylememem gerekiyordu. her ne kadar kuzenim simitçi, kahveci, gazozcu şeklinde ayrım yapmadan takıldığı için kara kıllı Türk erkeklerinde ne bulduğunu  bir türlü anlayamadığımız avrupalı hatunlar gibi olsa da beğeni onun beğenisiydi. çocuğun sahtekarın ve seviyesizin teki olduğunu da söyleyemezdim. bu durum hem çocuğa daha çok sarılmasına, hem de aile büyükleri tarafından "evde kaldığı için küçük kardeşini çekemeyen kuzen" kimliğimin onaylanmasına izin vermek olurdu ki, sırf anneciğim üzülmesin diye bunu göze alamazdım.
izmit'in ne kadar kapalı bir yer olduğundan, oradaki yaşantısını izmit gibi bir yerde  sürdürebileceğinden emin olup olmadığından, arabasının olmamasının, minik etek giyememesinin, takma tırnak takamamasının onu üzüp üzmeyeceğini düşünüp düşünmediğenden başlayıp, en son hayatta tek görüp göreceği erkeğin o adam olması konusunda ne kadar emin olduğuna kadar sırayla güzel güzel geldik.
"abla doğru erkeği bulmak için illa herkesin 10-15 adamla çıkması mı gerekiyor? ya ben şimdi bulduysam?" sorusu hala evli olmadığınız için akrabalar arasında "herkesle gezip tozduğu için evde kalmış kız kurusu" etkisi yaptığından, 21 yaşındaki veledin bile sizin sicilinizi temiz görmediğiyle yüzleşiyorsunuz. bir kez daha ve bir kez daha. bir yanım "evlen de gör lan anyayı konyayı" derken, öbür yanım "belki caydırabilirdim" düşüncesiyle yarıda kalacak eğitime içi cız ederek ilk defa mutlu bir evliliği olan bir kadın olarak konuşmak istedi kuzeniyle. mutlu olması bile şart değildi hatta. bildiğin evlilik işte.
yıl 2010. NASA'nın son ataklarının da etkisiyle birkaç yıl içinde "merhaba ben dost" demeyi beklerken, sırf yalnız bir kadın olduğun için bacak kadar çocuk üstünde bile lafının itibarı olmuyor işte. ben böyle örümcek kafaların içine sıçayım!