Sayfalar

25 Haziran 2010 Cuma

akşamdan kalma(!)


akşamdan kalma. akşamdan kalma! yok vallahi kalma. Şu ikisinden biri oluyor:

1- kafan  30 kilo gibi kalkıyorsun. ağrının, baş dönmesinin, boğazdaki acının haddi hesabı yok! slow motion hareketler. küçük kıpırtılar bile sana çok büyük geliyor. sonra bir atom kahvaltı, -ki ben genelde nar+portakal koyarım mutlaka içine- bir kahve... ufak ufak saatler ilerledikçe açılıyorsun da açılıyorsun. burun tıkanıklığı için de en iyisi burun deliklerine ve şakaklara vicks sürmektir, bunu da unutmayalım. bu şekilde öğlene kadar arayanlara "yok canım ya ben akşamdan kalmayım zaten. zor duruyorum ayakta, hemen eve gidip yatıcam" dersin. ama sonra saatler ilerledikçe ve bünye normalleştikçe mesai bitiminde "ay hadi eve gitmeyeyim ya" deyiverirsin. bu sabah uyanırken ettiğin küfürlerin dışında güzel olandır.

2- sabah enteresan bir şekilde zımba gibi kalktın. öğleden sonraya kadar hiç sorun yok. ancak öğlen yemeğini yedikten sonra bir rehavet basar. gözler Garfield bakışına bağlar. kısa süreli depresyon durumu olur.
kafanı dayasan uyuyacaksın. bir de yoğunluk olursa her soru sorana yumruk atmak falan istersin. öyle sinir!

anafikir: asla "ne oldum" demiyor, hep "ne olacağım" diyoruz.

24 Haziran 2010 Perşembe

orospu yarim

Günlerdir kafam çok karışık. Büyük hayal kırıklıkları yaşıyorum. Rezil oluyorum, sefil oluyorum. Komik durumlara düşüyorum. Bir türlü orta noktada buluşamıyoruz. Hep O’nun istekleri olsun istiyor. Öyle de oluyor. Ne sinir, di mi! Hiç olmazsa psikolojisiyle ilgili biraz bilgi sahibi olmak istiyorum ki ben de hazırlıklı olayım. Güneşli bir hava beklerken doluya tutulmayayım.

Bir arkadaşı var. O’na soruyorum hergün. Ne yapayım? Nasıl gideyim yanına? Nasıl davranayım? Söylüyor birşeyler ama O’nun da reçeteleri pek tutmuyor şu sıra. Zaten zırt pırt değişen bir şizofren kafayı nasıl takip edebilirsin!

Dün seller yüzünden yağmur çizmesiyle çıktım evden. Öğleden sonra güneş açınca plastiğin içinde yandı ayaklarım. yolda tip tip baktı insanlar. Bugün 4 defa sokağa çıkıp, “olmamış” deyip, tekrar eve kadar çıkıp ya üstümü değiştirdim ya da kazak, ceket gibi ekstra materyaller aldım. Şimdi hala tedirginim. Kısa paçalı pantolonumun içine soğuklar kaçıyor. Akşama dışarda olacağım ve doğru bir seçim mi yaptım bilemiyorum. Yeter artık yarim, bırak bu orospuluğu bir kenara da keyfimize bakalım!gel bi öpim, barışalım, hadi.

22 Haziran 2010 Salı

mutluluk


yorgun argın eve geldiğin bir akşam
o kadar yorgun ki postaları bile karıştırmak istemiyorsun.
adına bir sarı zarf gelmiş.
Curcuba ColdPlay pullu mektubu nihayet gönderdi mi diyorsun, değil.
asansörde açmamak için zor tutuyorsun kendini.
 heyecan!
sonra içinden bir magnet çıkıyor.
notu okuyorsun tekrar ve tekrar ve tekrar okuyorsun.
 mutlu oluyorsun.

teşekkür ederim.
çook teşekkür ederim.

21 Haziran 2010 Pazartesi

kancalı prezervatif

haberi kaan sezyum'un tivitinden aldım. http://www.milliyet.com.tr/tecavuze-karsi-yeni-prezervatif/dunya/sondakika/21.06.2010/1253453/default.htm tecavüz olaylarının sık yaşandığı Güney Afrika'da yerli bir doktor'un icadı. tecavüzden korunmak isteyen bir kadın bunu kutusuna yerleştiriyor. olası bir atakta prezervatif tecavüzcünün aletine kilitleniyor. küçükken parmağımızı sıkıştırdığımız ıslak mendil kutusu kapağı gibi. mantık aynı. soktuğun zaman çıkartma çalışmaları daha çok acı veriyor. hatta bu olayda çıkartmak için tıbbi müdahale gerektiğinden hastaneye giden tecavüzcü aynı zamanda teslim olmuş olacakmış.

sanırım hiçbir kadın birgün kendisine tecavüz edileceğini düşünerek kutusunda böyle birşeyle gezmez. ayrıca azgın kuduz bir köpeği sopayla zapdetmeye çalışırken daha da kışkırtmak değil de nedir bu? vuvuzeladan sonra dünya kupasının 2. nesnesi olur bu prezervatif.

ps: zapdetmek kelimesi tdk'da yok. umarım doğru yazmışımdır.

19 Haziran 2010 Cumartesi

fıkra gibiyim. katılmak ister misin?

Son bir haftada etrafımda olan biten olaylar ve etrafımda biten tipleri gözden geçirince magnetliğimi gözden geçirmeye karar verdim. Çok güzel bir kadın değilim. Çok şevkatli bir insan değilim. Ancak genele göre daha töleranslı biri olduğumu söyleyebilirim sanırım. Hayır deli de değilim ama etrafımda olan tipler ve üst üste yaşanan enteresan olaylar dışardan nasıl göründüğümü düşünmeye sevkediyor.

1- Hiç tanımadığım, sadece telefonda konuştuğum bir müşterim konuyu nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde benim sadece anneciğim izlerken katlanabildiğim, ancak son bölümünü kaçırdığım(!!) akşam izlediği “yaprak dökümü” adlı dizinin finaline getirebiliyor. “ehe şey ben izlemiyorum o diziyi” diyerek tekrar işe dönmek isterken, izlemediğim için akşamki final bölümünü özet geçiyor.

2- Yolda yürürken bir genç yanıma yanaşıp “sizi az önce midye yerken gördüm. Öyle masum görünüyordunuz ki sizden asla zarar gelmeyeceğini hissediyorum. Biraz konuşabilir miyiz? Cidden benden de size zarar gelmez diyebiliyor.” Hayır desem çocuk herhalde 5 sene sonra tekrar cesaretini toplayıp bir kadının yanına gider. Evet desem, demek istemiyorum yaw!! Zaten Moda’da paparaziler geziyor artık. Bir de şimdi bununla ne görüneceğim. Neyse bu ayrı bir konu...

3- Şirkette durumlar gergin. maaşlar 3 ay geriden geliyor. Patron marketing toplantısında anlatmaya başladı: "bir Fransız, bir İngiliz, bir Ürdünlü..." "fıkra mı?" "hayır yeni patronlarınız. şirketi sattım"

4- En sıçmığını da en sona bırakıyorum. Bahçede bira + çekirdek + dedikodu yapıyoruz uzun zamandan beri görüşmeyen birkaç kız... kızlardan birinin 2 yaşında bebeği var. Yabani bir çocuk. Kızlar ilgilenseler de yüz vermiyor. Anne, baba ve teyzesinden başka kimseye gitmezmiş. Ben elimi sürmüyorum. Zaten regly iken yavrusunu yalayan bir kediye bile ağlayacak modda olduğumdan uzak duruyorum. Hiç gerek yok o kafalara girmeye. Gecenin sonlarına doğru koşarak bana geliyor, kollarını uzatıyor kucağıma almam için. Alıyorum. Kafayı boynuma gömüp uyumaya başlıyor. Artık gitmemiz lazım ııhhııh inmiyor. Annesine gitmiyor. Sarılıyor da sarılıyor boynuma.

bütün çocukluğunuz anne olma fikri ile geçtiyse ve birkaç yıldan beri tüm iki kişilik hayallerle beraber anne olma isteğini de söküp attığınızdan eminseniz, bir gün bir bebek gelip kucağınızda kıvrılıp elleriyle boynunuza dokunarak uyursa, sıçmık ya daha ne diyim! hormon ilacı mı lazım, manyetiğime ayar mı lazım bilemedim.

15 Haziran 2010 Salı

hayallerimi bırak!

Akşam gökyüzüne bakarak uyumayı sevdiğimden perde sürekli açık kalıyor. sabah günün ilk ışıkları benim eve giriyor ve ağır ağır ilerleyerek saat 8 gibi yaklaşık olarak kalça seviyeme ulaşmış oluyor. tüm gün ofiste BBC'nin ülke reklamlarına denk gelmem ve hergün bir arkadaşımın daha tatile çıkmasıyla artık dizginleyemediğim tatil hasretime İstanbul'un yapış yapış sıcağı da eklenince 4 günden beri aynı rüya ile uyanıyor olmam gayet normal aslında. Bir deniz kıyısında şemsiyenin altında kitabımı yüzüme kapatıp uyumuşum. bacaklarım güneşte kalmış. gözümü araladığımda mavi fonun önünde kırmızı ojeli ayaklarımı görüyorum kitabın arasından. sonra alarm bilmem kaçıncı kez çalarken gözümü gerçekten açtığımda yaşadığım hayal kırıklığını ve duşa girmek için kendimi nasıl yataktan kazıdığımı tasvir etmeme gerek yok sanırım. bu beden artık "tatil" diye bağırıyor.

13 Haziran 2010 Pazar

Betalar Yalnız Yaşar!

Ofisteki arkadaşlardan biri masasının üstüne cam fanus içinde bir balık koydu. İstisnasız balığı her görenle aynı dialog geçiyor:

- O’na bir tane de eş al. Yalnız kalmasın.

- alamam ölür.

- Yaw neden ölsün, al işte bir tane daha. Yalnız kalmasın hayvan, yazık.

- Alamam bu tür böyle. Başka bir fanustaki balığı görünce bile şişerek ölüyor.

- Hee o derece kıskanç yani?

- ???
Toplum olarak yalnız yaşamak isteyen bir balığa bile tahammül edemeyip, suçlamaya başlıyoruz. “madem o kadar kıskanç, oh olsun ona yalnız kalsın” diyen bile oldu.

Benim son sorum şuydu: “e nasıl çiftleşiyorlar o zaman?”


9 Haziran 2010 Çarşamba

gelmesen de call me!


İlişkilerde telefon aramaları önemlidir. Özellikle aynı evde yaşamayan çiftler için. İlk etapta daha sıkıntılı olmasına rağmen, daha heyecan vericidir. “Hayatında biri var mı?” sorusuna “bilmiyorum, galiba, var demek için erken” gibi cevaplar verdiğimiz kabız süreçteyizdir ve henüz oluşmuş bir rutin yoktur. Zaten ilişkinin varlığı tartışılır durumdadır. Birşeyler vardır ama, adına ilişki demek için henüz erkendir. “Acaba arayacak mı”yla başlar herşey. Göz sürekli telefonda. Tv’de ya da pc’deki en küçük dıtlama midede kelebek yutulmuş etkisi yaratır. (bu arada hayatımda hiç kelebek yutmadım ama yutsak böyle hissederiz heralde di mi? Anladınız duyguyu di mi?) bu hayatta hissedilen en fresh duygu bu bence. Bundan daha freshini diliyle fıskiyeli heykel yapan caponlar bilir herhalde.


Bir de arama hesapları yapanlar vardır “En son ben aramıştım şimdi sıra o’nda” gibi envantercilerdir bunlar. Telefonu ilk çalışta açmazlar. Mesajlara hemen cevap vermez, uzun uzun esler verirler. Hayatları içten içe hesap yapıp bunları sadece kendi kendileriyle ya da kankileriyle konuşmakla geçer. Asla karşı tarafa yansıtılmaz. Racona uymaz. Küçük düşmektir bu! Bana yaratık gibi gelen bu kesime hiç girmeyeceğim.

Maksimum 1 hafta içinde durumlar netleşir. Aramalar bir düzene oturur. Artık “ay şimdi bu saatte aramak doğru olur mu” ya da “o aramıyor ben ne diye arayıp götünü kaldırayım ki” sancılı dönemi bitmiştir ve ilişki başlamıştır.

Bu arada oluşan rutine göre karşı tarafla ilgili çıkarımlar yapılır. Serseri ruhlu, bencil, piç, içinden geldiği zaman arayandan “beni ne kadar çok düşünüyor. Karnım ağrıyor demeyivereyim, yüz kere arar nasıl oldun diye”ye varana kadar olan mertebelerden bir ya da birkaçıyla derecelendirilir.

Bir vakit sonra (her ilişki için bu vaktin uzunluğu değişir) bu arama rutininde değişiklikler olmaya başlar. En küçük bir değişiklik bile mertebe transferi konusunda uzun uzun düşünmelere neden olur. Önemli bir konudur bu. Yoksa artık eskisi kadar değer vermemekte midir? Acaba hayatında başka biri mi vardır? “Ulan parayı vurdu, götü mü kalktı” gibisinden farkında olmadan sürekli arkada düşünülen bir numaralı konu olur. O kadar ki başınıza birşey gelsin de O da sonradan öğrenip vicdan azabından sürüm sürüm sürünsün istersiniz. Hatta bazen yalan söylersiniz. Yani ben söylerim. bir gece önce hastaneye kaldırılıp midemi yıkadıklarını söylemişliğim vardır mesela. Bu yöntem her zaman işe yarar. Yaramıyorsa zaten o kadın/adamdan size hayır gelmez. Yol verin gitsin.

Yukarıda yazdıklarımı kadınlar adına yazardım ama elimde güvenilir birkaç kaynak olduğu için karşı cinsimi de dahil ettim. Bunlardan biri eski bir sevgilimdi. Milim değişiklikten hemen çıkarımlar yapardı. Hiçbir zaman çıkarımlarında yanılmadığını söyleyebilirim. Full dikkat, full özen! Diğeri Alain de Botton. Sanırım ilk kitabı olan Romantik Hareket’i okumayanlara tavsiye ediyorum. Öyle bir aşk romanı falan beklemeyin. Tamamen psikolojik çözümlemeler üzerine diğer tüm kitaplarında olduğu gibi. Bu kitabında konu ilişkiler. Telefon aramalarının önemini şöyle açıklar (ezberden kendi cümlelerimle yazıyorum): "ilişki bir köprü ise telefon aramaları köprünün direkleridir. Direkler ne kadar sık olursa, köprü-ilişki o kadar sağlam olur." Hatta gerizekalılar için şekil1-a’da bol direkli bir köprü, şekil 1-b’de sadece iki direkli bir köprü vardır. Arama aramama konusunu kadınların üstüne yıkmaya çalışan zihniyetin okuması önemle tavsiye olunur. Dünyada bir hemcinsiniz anlıyorsa, siz de anlayabilirsiniz.

msn muhabbetleri Vol. bilmem kaç

İşyerimde msn kullanırız. Kullanımı serbesttir anlamında değil, acil durumlarda işi çözmek için colleagueler arası kullanılır anlamında. Az önce patlamak üzere olan bir bombayı engelledik msn'de. Olayı atlatmış olmanın rahatlığıyla arkadaşım yazdı:


- Magnet şuna dikkat edelim tamam mı, yoksa foka basarız:)

- Foka mı, boka mı:)

- Sana Türk Malı’ndan bir espiri yapiim dedim ama anlamadın.
- Heee ben izlemiyom ama mikkemmelmiş.

8 Haziran 2010 Salı

sağlam kafa

zeki bir insan değilim. Hatta unutkanlığımı göz önünde bulundurursak, ortalamanın altında olduğumu bile söyleyebilirim. İşle ilgili bir zorunluluk gereği şimdi isimlerini söylesem pekçoğunuzun heyecan yapacağı ünlülükte olan futbol camiasından birkaç insanla beraberdim geçenlerde. Bir kez daha anladım ki, Atatürk’ün tek yanıldığı nokta sağlam kafa sağlam vücutta bulunmuyor arkadaş. kaslanıp güçlenirken vücut, beyin giderek işlevini yitiriyor.

1 Haziran 2010 Salı

Sportif Aktiviteler

Birkaç ay once güzel popomun bir iki santim düştüğünü farkedince yıllar sonra yine spora başladım. Başladım dediysem, hala bir düzene oturtabilmiş değilim. Fırsat buldukça haftada bir iki diyelim. Spor yapmayı sevmem. hele de amaçsız olanları. Düz koşu ya da aletli jimnastik falan gibi. Vardır tabii onların da bir amacı ama tuhaf bir şekilde hep fit olan allah vergisi vücudum ve kilom yüzünden bana amaçsız gözüküyor da olabilir, bilemiyorum.

Tenis ya da squash oynarken bir sorunum yok. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Dışardan nasıl göründüğümü hiç düşünmüyorum. Sadece başarmak için komik salak tonla hareket yapıyorumdur elbet ama tamamen konuya odaylıyım. Ancak kort dolu olunca beklemek yerine düz koşu ya da ritimli yürüyüş adı her neyse ondan yapmaya başladım Yoğurtçu Park’ta. Ancak rahat değilim. Sanki herkes bana bakıyormuş gibi geliyor. Amaçsızca dön dön koş ne kadar saçma birşey! Daha once yaptığım sporlara hiç benzemiyor. Bir türlü konsantre olamıyorum. Bir de etrafta kaslı tipler olunca iyice elim ayağım birbirine giriyor. Eşofmanımı beğenmiyorum. Ayakkabımın ne kadar démodé olduğunu düşünmeye başlıyorum. Elim işte, gözüm oynaşta. Gözüme birilerini kestiriyorum ve bir de bu konuda yalnız olmadığımı, herkesin sürekli birbirini kestiğini farkedince iyice komikleşiyor durum. Üstüne bir de mahalledeki yakışıklı bir kaptanın beni spor yaparken görüp, bir arkadaşla haber göndermesiyle sanki her an izleniyormuşum gibi hissetmeye başladım. Herkes terli terli tshirtü üstüne yapışmış, memeler hop hop, gözgöze gelip süzüşmeler falan. Bir de ortadaki aletler var. Eskaza bir yakışıklı ile aynı aleti karşılıklı kullanıyorsun. Öyle uzaklara falan bir yere kadar bakıyorsun. Mecburi bir gözgöze geliş oluyor. Gözünü ayırmadın. Düşün aklından geçenleri! Kendinden pay biç, yeter. Sonra ters yöne doğru koşuyorsan uzaktan tshirt renginden takip etmeler. Onunla aynı renk giyenlere sayıp sövmeler… Çok zormuş çok parkta spor yapmak.

Bir de köpek gezdirmeye gelenler var. İnsanlar üşenmeyip günde 2 kere çişe çıkartıyorlar. Sokak köpekleriyle bir gümbürtü çıkartmadıkları sürece sorun yok benim için. Öyle kediden köpekten çok korkmam. Hatta severim bile. Ama kardeşim bir insan neden Doberman besler? Hayvan günde kaç kilo et tüketiyor kimbilir! Bir de üstüne kafayı sıyırıp sahibini bile yemeğe kalkıyor bir yaştan sonra. Konu dobermana neden bağlandı, şurdan bir dobermanlıya yanığım. Kolundaki sanat eseri diyebileceğimiz dövmesini yakından incelemek istiyorum. Lakin o hayvan yanındayken ve ben kanter içindeyken nasıl olacak bu işler bilemiyorum!

yüzümü güldüren kitap

                                                    
Beni dolmuşta, otobüste, vapurda yani kitap okuduğum heryerde kikirdeten bir kitap bu. Normalde “en çok satanlar” sevmem. Fıkra da sevmem, felsefe de. Bir de okusam da hep birbirine karıştırırım. Kant hangisiydi, bunu Nietzsche mi söylemişti vs vs.

Kitabı Harward’lı iki prof. yazmış. Her düşünce akımını fıkramsı komik bir örnekle açıklamışlar sadece. Şimdi düşünce akımları, hangi cümle kime aitti aklımda kalıyor mu? Hayır. Ama okurken eğlendiğimi rahatlıkla söyleyebilirim.

felsefe okuyan öğrencilere okullarda okutulması gereken bir kitap bence. Beni daha iyi anlayabilmeniz için aşağıda kitaptan bir pasaj sunuyorum sizlere.

MUTLAK ETİK: İLAHİ YASA
(Tanrı bir şeye yanlış diyorsa o şey tümüyle yanlıştır.)
Musa elinde tabletlerle Sina Dağı’ndan iner ve toplanan kalabalığa seslenir: “Bir iyi bir kötü haberim var. İyi haber, emirleri ona kadar indirtmeyi başardım. Kötü haber, zinayı listeden çıkartmaya ikna edemedim.

3 yıl önceki takılmalarınızdan biri onca zaman sonra sizi arayıp kırık Türkçe’siyle “Türkiye’deyim, aklıma geldin. Konuşabiliyor musun? Biraz çekindim aramaya. Evlenmiş, çocuk yapmış olabilirsin diye düşündüm” derse, siz de “evlendim, 3 senede 3 çocuk yaptım ve hala seninle konuşabiliyorum gördüğün gibi” derseniz, adam espriyi anlamayıp kapatayım o zaman ben derse ve gülmekten hem tuhaf hırıltılı sesler çıkartıp hem de karnınıza kıramp girdiği için “dur kapatma” diyemezseniz anlatılası komik bi durum oluyor:)