Sayfalar

24 Ekim 2009 Cumartesi

ÇİKOLATA TOZU ve DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ




Hiçbir zaman sevemedim doğum günlerimi. Sadece sonbahar gibi yılın en hüzünlü mevsiminde doğmuş olmam bile bence yeterli bir neden. En mutlu aşklarımı yaşarken bile hep bir hüzün olur içimde doğum günlerimde. Yıllar geçtikçe hala çocuk sahibi olamamamın da etkisi oldu bu psikolojinin yerleşmesinde tabii. Bu mevsimde hiç üşümeden Moda’da iyi müzik yapan bir barın terasında eğlenebilmek güzeldi, haksızlık etmeyeyim şimdi. Ayrıca şimdiye kadar hediye açısından hem nicelik, hem nitelik, hem de mutluluk olarak bu kadar verimli bir yılım olmamıştı hiç. Gecemin “kimse gelmez Moda’ya, orda yapma” diyenlere kapak olacak kalabalık bir grup ve sonrasında “kalan sağlar bizimdir” şeklinde dancingle sabahın 3’üne kadar süreceğini ben de beklemiyordum.

Bu yıl mum üflemek istememiştim aslında. Yaşımın 31 olmasından gocunduğumdan değil. Pasta mumuyla insanlar bana bakarken hala utanır, kendimi dileğime yeterince veremem. Ziyan olup gidecek yine dileklerim diye düşünmeye başlamıştım. Işıklar sönüp, happy birthday çalıp, sürpriz pastamı üfleyince her yeri kakao tozu yapmamla beraber attığım kahkaha ile eş zamanlı telefonumun ışığı yandı: “1 new message”. Çikolatalı ellerle, çikolatalı telefonun tuşuna tahmin edilecek heyecanla bastım. Eski sevgilinin komşusu: (aynen yazıyorum)“eşşek Heydi nasılsın şeker ee yeni yaşınada girdin kocadın kız” Kocamış kız kafayı kaldırdı. Ona heyecanla bakan gözlerle göz göze geldi. Ellerindeki kakaoları yalayıp, gülümsedi. Geçen yılki pasta fotosunun altına yazılan satırlar geçti içinden: “iyi ki doğdum. Gördün mü bak 30 oldum. Tencere yuvarlandı, kapağımı buldum.”

19 Ekim 2009 Pazartesi

Zamanı düşü(n/r)üyorum!


Zamanı düşünüyorum. Ya da elimden düşürüyorum bazen. Şimdi ile gelecekte bir nokta arasında gidip geliyorum. Realite ile kendi isteklerim arasında. Hep kendi realitemi yaratmak için bütün enerjimi kullanmam mı gerekecek? Biraz tembellik etmeye hakkım var benim de. Aslında itiraf ediyorum takıldım. Bu saplantılı durumdan kurtarmam lazım kendimi. Doğum günüme 4 gün kala medyum kafamı, geçirdiğim hızlı hafta sonu ruhumu karıştırdı. Bebe partnerle rakı balık eşliğinde Zeki Müren dinlemek güzeldi. Motorun arkasında oradan oraya akmak güzeldi. Çok uzun bir süre sonra gençlerin arasına karışıp Bedük’ü dinlemek güzeldi. Bir lezbiyen tarafından 23 yaşında çıtır zannedilmek güzeldi. Medyumumdan 2 aya kadar istediğim arabayı alacağımı duymakta güzeldi. Ama beni 3 güne kadar arayacağını ve doğum günümü kutlayacağını duymak aslında en güzeliydi. Onun için sona sakladım. Ben ne kadar güzelim peki? Ve zaman nasıl bir ölçüm aracı? Bulandım. Tütün deposuna gidip bienalin kalanına bakayım. Biraz güneş, biraz Karaköy kurtarır beni. Güzelleştirir beni.. Sev beni.. Seveyim seni..

11 Ekim 2009 Pazar

KÜLTÜR TAŞIYICISI




Hem kültür beslemeli, hem de son derece serseri geçen bir hafta sonunun ardından ruhumu temizlemeye anneciğime geldim. Saatlerdir parmaklarım derman bulsa da yazsam diye bekliyorum. Bir kuvvet başladım ama her şeyi yazabilecek kadar uzatamayacağım sanırım. En güzel yanı bienaldi. Bol bol foto çektim. Hangisini kullansam karar veremiyorum. Önümüzdeki günlerde de paylaşmaya devam edeceğim ufak ufak.


bu da bizim ilk gittiğimiz film ArıMaya'yı hatırlattı. 1995'ten kalma bir poster




Gündüz Karaköy burdu biraz içimi. Nedense eski sevgiliyle ilgili bir çapa yapmışım Karaköy’de. (Çapalamak algıda seçicilik gibi birşey.) Şehrin her noktasında anılar oluşturup, çapayı Karaköy’e sallamak orayı beraber keşfetmekten olsa gerek. Yazın son günlerinden birinin tadını çıkarttık arkadaşımla. Sonra verdik bienale kendimizi. Kovulana kadar.. Bienalden bir fotomu göstermek isterdim ama ne yazık ki arkadaşım ağır miyop. Beni çekeğine kadraja yandaki kafeleri almış ne yazık ki..



Sonra Cihangir’de canım arkadaşıma tabii ki sonu sessiz sinemayla biten kalabalık bir doğum günü partisi yaptık. Sabah komşudan işittiğimiz laflara değecek düzeyde bir eğlence oldu. Bebelerle takılma konusunda da trendi takip edip, nihayet milli oldum. Vatana millete hayırlı uğurlu olsun! Cuma gecesi neye niyet ettik, hafta sonundan neyle çıktık. Olsun. Çok kibar, çok sarılgan. Motoru da var, DJ seti de. Gelsin hayat bildiği gibi işte..

10 Ekim 2009 Cumartesi

HAYATA BİR SÜRE BERABER BAKALIM MI?

Zaman geçiyor ve çok şeyler yapan insanlara hayretle bakıyorum. Bunların da günleri 24 saat mi acaba? Yoksa birisi bizi kandırıyor mu? Hep yetişemediğim, bir şeylerden eksik kaldığım hissiyatı var içimde. Ne zaman doyacak, ne zaman "bu kadar yeter, şimdilik bi vites değiştir bakalım" diyecek içimdeki bilmiyorum. Bugün içimde patlayan bu eksiklik canavarını doyurmaya İstanbul Modern'e gideceğim.



Akşam lezbiyen ilişki yaşamak isteyen bir bayanla daha tanıştım. Bu söylem hoşuma gitmiyor: "lezbiyen ilişki". Ben ilişki yaşamak istemiyorum ki! Erkeklerin "ya bana yapışırsa" korkusunu anladım cidden. Bi fena hissediyor insan kendini. Ama ben arkadaşını beğendim. "Ne güzel gözlüklerin var" dedim. "hayata pembe bakmak istiyorum" dedi. Gel hadi beraber bakalım. Bir camından sen, bir camından ben..

5 Ekim 2009 Pazartesi

VOKALİZ



Dün gece çok yetenekli 5 beyefendiyi dinlemeye gittim Kadıköy’de bir yere. Enstrüman olmaksızın, tamamen ağızlarıyla müzik yapıyorlar ve söylüyorlar. Tekniğin adı “agapella”. Aralarda seyirciye takılma kısmını fazla uzatmaları dışında son derece başarılılar. Bunu bütün gece Saffet Amca ve bendenize takıldıkları için söylemiyorum. Ama bana takılmasalardı sıkılabilirdim mesela.. Henüz oradaki programları süreklilik kazanmadığı için (ki umarım kazanmaz zira çok dandik bir yerdi) mekanın adını vermiyorum. Kendileriyle yakında vizyona girecek “Yedi Kocalı Hürmüz” de tulumbacılar olarak karşılaşacaksınız. Her Pazartesi akşamı Cezayir Sokak’taki Vedat Sakman’ın yerinde çıkıyorlar. Tavsiye ederim efendim. Gidiniz, dinleyiniz.

4 Ekim 2009 Pazar

MGNTWMN’IN PEMBE SAFSALAKLIK MÜZESİ VOL.2 (TEMMUZ SİMETRİSİ)

Sizi sevdim. Yıllardır sevdiğimi sandığım Temmuz’u aslında bu yıl sende sevebildim henüz. Ve seni bu yıl Temmuz’da sevdim.

En serin Temmuz’u oldu bu hayatımın. O kadar ki yazı bile yaşatmadı. Şimdi bu ılık Ağustos akşamında başımı boynunun kuytusunda ısıtamadığım için üşüyorum.

Uzun uzun yürüdüm İstiklal’de. Bu kadar zor mudur unutmaya çalışmak? Scanner gibi aynı anda onlarca insanın yüzünü taradım yol boyunca. Biri sen olabilirsin! Biri senin yüzün olabilir ve kalbim durabilir o anda. Her bir yüz sen çıkacakmışsın gibi yeniden ve yeniden ve hiç durmadan sıkıştırıyor kalbimi. Başımı döndürüyor tanımadığım suratlar. Dopdolu Temmuz’un ardından boş geçen Ağustos’umu biraz daha boşaltıyor her bir tanımadığım çehre.

Sonra yüzünün hayali.. Bir sinek gibi inadına gelip yapışıyor burnumun ucuna. Her kovduğumda bir daha geliyor. Kovmamalı mıyım yoksa kaybolması için? Daha kaç gün seyredeceğim benim için saçını arkaya tarayarak açtığın o etli alnını? Parlak gözlerini ve küçük ağzını? Daha kaç satır, kaç mısra dolduracak bendeki sana benzemeyen aksini? Daha ne kadar yabancılaştıracak beni hala senli kalbime? Kaç kadeh aslan sütünü vuracağım masaya şerefine içerken?

Şimdi sarhoş gönlüme uyum sağlaması için başımı da sarhoş etmeye çalışıyorum. Ruhumun ve bedenimin uyumlu hareket ettiği nadide zamanları ancak böyle yaşıyabiliyorum. Oysa elimde somut belgeler olmalıydı. Didikleyip onaylamalıydım bunları ruhumla. Önüne fırlatmalıydım. Vazgeçmeliydim Temmuz’dan ve senden. Ya da vazgeçmeyip, sımsıkı sarılmalıydım ikinize de.Neyi değiştirebilirdim ki? Akıp geçen günlerle Temmuz’u, büyüsü geçen aşkımızla seni nasılsa hergün biraz daha kaybetmeyecek miydim?

Vapurdayım şimdi. Seni de sigaramın dumanı gibi tellendirmeden içime çeksem ve bırakmasam. Hapsetsem. Kimse seni görmese ve sen de benim içimden başka birşey görmesen.

Sizi sevdim. Temmuz’u sende, seni bu yıl Temmuz’da sevdim. İkinizi de bıraksam. Sensiz ben olsam eskisi gibi ve yıl 11 ay olsa artık..

27 Ağustos’05

Not: bu şekilde tarih atınca daha duygusal oluyor gibi sanki..

3 Ekim 2009 Cumartesi

yürü de best model görsünler!


Tuğçecan Çin'e doğru yolun açık olsun. serilsin kırmızı halılar, çatlasın seni kaçıran topçu kazmalar!

MGNTWMN’IN PEMBE SAFSALAKLIK MÜZESİ VOL.1

Yeni eşyalarla beraber bir iki gündür hayatımı kutulara ayırıyorum. Tabii defterler, günlükler, anlıklar, eski mailleşmeler (eskiden bütün özel mailleşmelerimi çıktı alırdım. –teknolojiyi reddetme durumları.. ne delilik!-) eski mektuplaşmalar; unuttuğum ne varsa döküldü herşeyler meydana. Çok dokunaklı, çok duygusal, çok serseri ve çok romantik. Geçen akşam Seyfi Dursunoğlu söyleyince regl öncesi effectle hüngür foşurt ağladım ama tek neden regl değildi. Çok sevmiş birini. O kadar belli ki bakışından, cümleyi kurarken arada verdiği esten... Bir daha o kadar sevmemiş ve belli sayıda insanla beraber olmuş. “bir şeyin sayısı çoğaldıkça, kıymeti azalır” dedi. Ne kadar bilindik bir cümle ama içimi çizdi benim bir an. Kendime döndüm. Dün akşam kutuları toplarken farkettim ki yaşım büyüdükçe, sayı arttıkça daha az romantik olmuşum. Daha duygusuzlaşmışım. Erkekleşmişim. Oysa çocukluğa indikçe neredeyse giderek demlenen bir şairim. Çok hislendim. Çok hatırladım eskileri(mi). Ne kadar derin aşık olduğumu. Herhalde son ilişkimde biraz bıraksaydım kendimi, üstümden koca bir tır geçmiş gibi yapışıp, apışıp kalırdım bunca anı ve yaşanmışlıkla. İşte mgntwmn’ın duygusal halleri..

Bu şehrin sokaklarında zevkle yürüdüğümüz nadide anlar vardır.
Yalnız başına bir bahar akşamı Ortaköy’de oturup denize bakarken,
Karlı bir günde İstiklal’de yürürken
Bereyle kaşkol arasındaki küçük aralığı da
Kar taneleri kapatmaya çalışırken,
Serserilik yaptığın bir gecenin ardından günün ilk ışıklarıyla
Bir yandan çayını yudumlarken, bir yandan gördüğün manzara için şükredersin
İstanbul’un herhangi bir kıyısında olduğun için..

Aklına hep tekbir kişi vardır böyle zamanlarda..
Artık sevilmiyor olabilirsin.
Ya da nefret bile ediyor olabilirsin ondan.
O anı yaşamak için affedersin onu, kendi, bütün hataları..

Acaba en son ne zaman geçti bu yoldun dersin..
Kimlerle oturdu burda?
O da böyle dakikalarda düşünüyor mu beni dersin..

Bülent Ortaçgil’in dediği gibi:
“Belki beş dakika arayla geçtiniz aynı sokaktan”

Biriniz diğerinize geç kaldı tıpkı hayatınızda olduğu gibi belki..
Acıları kabullenmiş olmanın dinginliği ile
Öyleceğ durup şehri seyretmek güzeldir.
Birileri için ne ifade ettiğinizi bilmeseniz de..
Kendi varlığınızı en büyük mutluluk ve şükür nedeni olarak görürsünüz
Elinizde bir tek bu vardır..

Farkında olmadan aynı anda birbirimizi düşündüğümüz tüm zamanlar için..

24’Ekim 2005

2 Ekim 2009 Cuma




BİR BAŞKA YAPTI BENİ BU EV HALLERİ

Hayatımın hiçbir evresinde bu kadar eve kapandığımı hatırlamıyorum. Hep dışarı çıkmak için bahanelerim olur. Haftada en en az 1 gece dışarıya çıkmak, tüm gün evde olmam gerekse de, bakkalı bahane edip 5-10 dk havalanmak vs vs. Bitmez benim sokaklarla olan iletişimim. Evden çalışmaya başladığım bu bir aylık süreçte hayatımdaki değişiklikler:

- Asla bir sosyalleşme belirtisi yok. Genelde programları ben yaparken şu an arayanlarla da buluşmama, hatta çok görüşmek isteyenleri eve davet etme eğilimindeyim.
- Sprituel durumlarda bir sıçrama söz konusu. Vallahi de yönetiyorum herşeyleri oturduğum yerden. Düşmanlarım çatlasın!
- Kültür patlaması: izlenen film ve okunan kitap sayısında artış söz konusu. Genişleyen hayal dünyası ve giderek daha çok yazma ihtiyacı yaratıyor.
- Evin artık yuva olması. Yeni eşyalar ve düzenlemeler. Yeni işimin ilk maaşını henüz almamış olsam da kendi konforum için harcadım. İkinci maaşımı sıhatim için, üçüncüyü kendi tatilim için... harcama planlarım var. (bknz “en kısa peri masalı”)
- Sürekli yemek yiyorum. Birkaç kilo alıp, yaşamsal tehlike çizgisini geçtim. Birkaç kilo daha alırsam balık etli sıfatına yetişeceğimi umuyorum.

Yaklaşan doğum günüm münasebetiyle düşünüyorum bir yandan da. 30m2’de en fazla kaç kişilik parti yapılır? Aslında doğum günlerimden hep nefret ettim. Ben yaz çocuğu olmalıydım. Güz mevsiminde kutlama yapası gelmiyor ki insanın! Fotolara bakarken bir şey buldum ve bunu doğum günü konsepti içinde sunmak istiyorum. Bu kol, hayatımın en yoğun iş günlerini yaşarken ve şimdiye kadar kendime 1 doğum günü partisi bilem yapmamışken (en fazla bir tane yapmışımdır), sevgilim için kalkıp 50 kişilik sürrrrppprizzzz parti yapan benim totoma mı, yoksa partiyi neden tüm taksim halkı ile değil de 50 kişilik arkadaşlarıyla bir barda organize ettiğimi soran eski sevgiliye mi girsin karar veremedim. Bana girsin bana. Kimsenin suçu, günahı yok. Çünkü ben bunu hep yapıyorm.