Sayfalar

30 Aralık 2009 Çarşamba

Erkekler de yanar, hem de nasıl yanar!

Son zamanlarda kız sohbetlerinde sıkça rastladığım bir konu bu. Kızlar terkedildiklerinde aylarca kendilerini kahrettiklerini ama erkeklerin “abi s.ktir et, bi rakıya çıkarız akşam bişeyciğin kalmaz” modunda çarçabuk toparlandıklarını düşünüyorlar. Ne yaptım ne ettimse de canlı örnek göstermeden (bizzat kendimden) inandıramadım. Ola ki aranızda da benzer düşünceleri olanlar varsa, bir faydam olsun diye aha da buraya yazıyorum:

O işler öyle bi rakıyla, bi gece vur patlasın, çal oynasınla geçmiyor. Scorer çabalar da hem kadın için, hem erkek için nafile. İş kafada bitirmekte. Kadın erkek farketmez, bitiren taraf ilişkiyi resmen devam ediyorken hesapları ufaktan kapatmaya, kendini de kimi bilinçli kimi bilinçsizce bu duruma hazırlamaya başlar genelde. Dolayısıyla sürünmez fazla. Ayrılıktan sonraki kısma daha çabuk adapte olur. Ayrıldıktan bir hafta sonra başka biriyle çıkmaya bile başlayabilir. Terk edilen için çok üzücü tabii. Son zamanlar yalan mıydı, dolan mıydı, ulan ne şerefsizmiş şeklinde uzayıp gidebilir kabullenme süreci. Ama bunun kadınlıklıkla erkeklikle bir ilgisi yok inanın. Hem terkeden, hem terkedilen ve sırf bu durumları daha iyi tahlil etmek, anlamak adına ayrıldıktan sonra da sevgilileriyle görüşmeye devam eden biri olarak söylüyorum. Nasıl siz internetten, ortak arkadaşlardan, şurdan burdan onu takip ediyorsanız emin olun o da sizi aynen takip ediyor. Ayrıldıktan bir hafta sonra başka biriyle çıkmak ya da dağıtmak, yatmak, kalkmak bizde de var. Ortalama bir kadına göre daha maskülen bir yapım olduğunu biliyorum. Ama siz hemcinslerimi de tanıdığımdan söylüyorum.



Tabii size de bir örnek vereceğim inandırıcı olmak adına. Hayatımdaki bir sürü örnekten birini. Dün eski sevgililerimden birinin bu akşam bana evlilik teklif edeceğini öğrendim. Yıllardır kendisini görmüyorum, yılbaşı gecesi beni nasıl bulmayı düşünüyor onu hiç bilmiyorum. Tek bildiğim adamın bunca yıldır beni takıntı halinde heryerlerden takip ettiği, sevgililerimden ayrılmamı beklediği vs vs. (bilgi güvenilir bir kaynaktan geldi)

Mektubuma genelde bilirkişi ama bu sefer bilememiş kişi olan Nazan Öncel'in şarkısıyla son veriyorum:

Erkekler de yanar,
Hem de nasıl yanar!
Yanmak çözüm değil,
İş işten geçince nikah bile paklamaz.
Yatak sadece cila atar!

27 Aralık 2009 Pazar

temizlik

feysbuk çok acımasız. ayrılığın ilk zamanları aklıma geldiği halde ne gözüm yemişti onca fotoğrafı silmekle uğraşmaya, ne de psikolojim müsaitti fotoları öyle uzun uzun karıştırıp tarama yapmaya. ancak üst üste olan birkaç kazadan ve en son dün gece bir arkadaşımın eski sevgiliyle olan bir fotoma "like this" yapmasından sonra artık bir temizlik yapmak farz olmuştu. elim değmişken ve artık acısı da geçmişken spotless minds tadında dip köşe bir temizlik yapayım dedim. Ne çok fotomuz varmış höhh! 1,5 yılın 6 ayını foto çekerek, geri kalan altı ayını da feyse yükleyerek geçirmişiz herhalde. başka bir kazaya mahal vermemek adına ortak tüm arkadaşlarımızı da sileyim dedim ama koca bir pazar gecemi çıtır çıtır yedim böylelikle.

Olsun. Bir sikik Pollyanna olarak yeni yıl için tertemiz bir feysbuk sayfası açtığımı söyleyip mutlu olabilirim. Elime sağlık. Geçmiş olsun. Next year, next one!

25 Aralık 2009 Cuma

siz kendinizi yenilemeden, yeni yıl hiçbirşeyi değiştirmez!


Herkesler yeni yıla hazırlanıyor. Yeni dilekleriyle. Sürekli dilek tutan biri olduğumdan şu günlerde özellikle bu konuyla ilgili bir yoğunluk yaşamıyorum. İsteklerim yılın günlerine yayılmış durumda. Yılbaşına özel tatil programım yok. Evim küçücük olduğu için evimde parti vermiyorum. 2009'a ait iş, gönül meseleleri, kişisel gelişim, maddi durum da dahil olmak üzere tüm hesaplar kapatıldı. Geçtiğimiz yılın getiri götürüsüne baktığımda, en büyük başarımın yalnızlıkla barış imzalam olduğunu gördüm. Basit görünebilir. Ancak sırf yalnız kalmamak adına senelerce kendini oradan oraya atan benim gibi ilgi arsızı biri için büyük bir değişim. Dışarı doğru değil, içeri doğru bir genişleme. Seçicilik. Hayır demeyi öğrenme...


Yılbaşı ile ilgili tek hazırlığım kapıma taktığım çizme oldu. Benim için güzel haberleri olanlar çizmeme bırakabilirler.

böyle bir eldiveniniz olsun istemez misiniz?

Üstteki Emel Sayın pozu. (sosis parmaklarımla bu kadar oluyor) Alttaki MagnetWoman pozu.
Piyasada 45TL olan bu şık eldiven MagnetWoman'dan sadece 25TL'ye.
Not: Kargo ücreti ve yün masrafı size aittir. Ayrıca yanında birşey vermiyoruz.


24 Aralık 2009 Perşembe

hafta içine hafta sonunu sığdırdım


Bugün çaptan düştüğümü hissettim. Eskiden haftanın 4 ila 5 günü dışarı çıkan bir insandım. O kadar yoğun çalışma, onca alkol tüketimi ve uykusuzlukla nasıl başediyormuşum bilemiyorum. "delikanlı" diye buna diyorlar herhalde. Ama hayat bir yerinden alırken başka bir yerinden veriyor. Artık haftanın bir günü ve genellikle hafta sonu çıkıyorum. Bu hafta geleneği bozup Derin Kırmızı Project'i dinlemeye Araf'a gittim. Aslında amaç yeni tango partner adayıyla tanışmaktı ama batı ezgileriyle Balkan müziği yapan bir mekandan çıkışım pek kolay olmuyor. Bir de gruptakilerden biri hocam, bir diğeri öğrencim, bir diğeri yeni partner adayım olunca tüm aralarda çalan tangoyla alakasız abuk sabuk bütün müziklerde tango yapıp tüm mekanın dikkatini benim için son derece keyifli bir çabayla otomatikman çekmiş oldum. Tabii ki insanın totosu kalkıyor. Gelenin gidenin haddi hesabı yok. Yanaşmak için kurs almak istediğini söyleyen tıfıllar şöyle dursun, bütün gece yabancı olduğunu düşündüğüm, sonra yanıma gelip ilk cümlesindeki diksiyon düzgünlüğünden Türk olduğunu anlayıp üzülmediğim yakışıklı genç adamı bir bakışla doğru tespit ettiğim için kendimle gurur duyuyorum. Nasıl tespit ettin derseniz, artık içgüdülerimle hareket ettiğimi söyleyebilirim. Yukardan bakışlar, aşırı özgüvenli tavırlar (gecenin ilerleyen saatlerinde burnunu düşürmeme rağmen sabah msj atmış olması tam beklediğimiz hareketler. ), iyi bir profil vs vs. Diyaloğun başlangıcı
GençAdam: Sandalyemi tutar mısınız? Hemen gelicem.
MagnetWoman: Tabii.
GençAdam: Özür dilerim. Başka bahane bulamadım iletişime geçmek için. Rahatsız etmek istemem.
MagnetWoman: Yok etmedin de sen aslan burcu musun?
GençAdam: 10 Ağustos, evet. Nerden bildin?
(kokusunu alırım diyesim geldi de, neyse:)



Bu arada bir gecede eski sevgilinin iki arkadaşıyla karşılaşmak neyin nesi? Nasıl magnet'im ben? Neleri çekiyorum? İptal iptal iptal!

22 Aralık 2009 Salı

Daniel Stork


Efem kendisi Hollanda Başkonsolosunun yardımcısı. Bu ayki Elle'ye röportaj vermiş. Kareleri görünce "budur!" dedim. Röportajı okuyunca "böyle diplomat olmaz, olsa olsa yürek hoplatan sevgili olur" dedim.

Sadece eski Rus askerlerinin giydiği pelerini bile yeter. Doğan apartmanındaki evinde verdiği temalı partilerden ve Küba'da geçen çocukluk yıllarından ya da yatak odasında tüm eski sevgililerinin yan yana fotolarını sergilemesinden bahsetmiyorum bile!

yazı şortla geçiremesem de, kışı şortla karşıladım.


bunu da buraya bütün bir yaz şort giyemememin ezikliğiyle koyuyorum. Bi de bacaklarım kaslı çıktığı için.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Recep İvedik


Geçen akşam ilk defa şu üzerinde çok konuşulan İvedik'i izledim. İzlerken aklıma gelenlerden şu ana kalanlar:

- Emeğe saygım sonsuz. Ancak en komiği film başlarken akan ekip çalışanları gibi geldi bana. Filmde bir sanat yönetmeninin, kostümcünün vs. olmasına çok güldüm. Sanat grubundan tek ismi anılması gereken İvedik'in kıllarını yapıştıran makyözdür. Haa övünülesi bir iş değildir makyöz için ama iştir. Ben de yaptım bu işleri, bilirkişi olarak söylüyorum.

- Hiç gülmedim diyemem ama öncesinde netten izlediğim birkaç parodisi daha komikti.

- Anlayamadığım herife neden bu kadar saldırdıkları. Sinema denmez yaptığına okey, ama müthiş bir ticari zeka örneğidir. Birilerinin zengin olması mı kızdırıyor sanat camiasını? Cukkayı doldurdu, helal-i hoş olsun. Ben gitmem ama seviliyor halk tarafından. Çeksin üçünü, beşini bu serinin. Daha da çok kazansın. Ben de hiçbir konusu olmayan sanatsal içerikli filmlere gıcığım. Bir arabanın ufuktan kameraya gelişi 5dk. olarak yayınlanır mı yahu? Görüntü yönetmeni her kim olursa olsun. Daral basıyor insana!

-Son iki sevgilimin bir takım manasız (komik olduklarını düşündükleri) jest ve mimiklerinin filmden alıntı olduğunu görmek beni üzdü. Kendim kendimin gözümden düştüm vallahi. Kimlerle takılmışım ben!

görücü usulu partner ayarlamaca

Geçen sabah vapurda eski tango hocamla karşılaştım. Geçen diyaloğu aynen yazıyorum:
Demir: Yaa sana kaç tane partner buldum, bi gelip tanışmadın çocuklarla!
MagnetWoman: Yaa uğraşamıcam şu sıra Demir be!
Demir: Kızım sonra başımın etini yiyosun erkek erkek diye..
MagnetWonman: Tamam bu hafta gelir bakarım bi ara.
........

MagnetWomen: Son bulduğun çocuğun boyu kaç?
Demir: Bilmem, bir seksen vardır herhalde..
MagnetWoman: Ter kokmuyo di mi?
Demir: Ya beraber çalışıyoruz biz, arkadaşım. Kokmuyo merak etme.
MagnetWoman: Kaç yıldır yapıyo?
Demir: 3-4 yıl olmuştur. (sessizce)Magneeet, insanlar bize bakıyo!

Kafamı çevirdiğimde pek doğaldır ki sırada oturan herkes bize bakıyordu tip tip:))Finalde Demir'le kikirdeyerek vapurun üst katına kaçtık tabii ki. Yalnız o vapura hergün biniyorum ve simaen tanıyorum artık pek çok kişiyi. Umarım yanımızda oturan guruptan beni hatırlayan çıkmaz yarın bir gün:))

18 Aralık 2009 Cuma

bakın bakalım bir bluz neler olabiliyor...

gerçekten hemen edinmek istiyorum bir adet.

ama model kızımızın ifadesine bakmayın. orgazm oluyor gibi. onu ayrı bir platformda konuşalım:)

http://www.dkny. com/womens/ cozy_video. html

16 Aralık 2009 Çarşamba



Bedelini umutlarım kadar ağır ödediğim
Binlercesini saklamıştım.
Her gün doğarken hala aynı tazelik,
Batarken aynı yorgunluk içimde,
Ben geçtim, o kaldı;
Küçük yüreğim.

Yıldızları saymak gibi bir şey,
Her gece yeni baştan, en baştan başlamak.
Başın dönse de bulutların arasında dönerken
Devam etmek…
Gün doğana kadar yetiştiremeyeceğini bile bile.

15 Aralık 2009 Salı

bi susun be!

Sinirliyim! Akşama kadar ofiste olacağım bir gün geçiriyorum ne yazık ki. Bu yağışlı havada ne yazık ki diyorum çünkü yaklaşık 3 saattir sekreterimizin çaldığı “Sertap Erener”in “açık adres" adlı son parçasını dinliyoruz ofisçek. Kendisine “yaa Zuhal, adını ver her kim ise bu şahıs, gidip yöresini, yurdunu, anasını, avradını bulacağım” tadında giderek sertleşen espiriler yapsam da kapattıramadım. Nihayet beş dakika önce kapattı. “Oh Allahım huzur” diyecektim ki, çaycımız Emine başladı bu sefer: “yok mu bi haber alan, yok mu bi gören, nerdedir yurdun, nerdedir yöreeeen” Ne çok birilerini arayan, haber kollayan tip varmış. Bir web sitesi mi kursam acep? “her türlü adres, yöre, yurt bulunur; ayı ininde, dayı deresinde basılır, haberi de size hemen yetiştirilir.”

6 Aralık 2009 Pazar

UYKUDAN ÖNCE

Anahtarın kilitte döndüğünü duydu. Aslında hala uyumamış olmasına rağmen ışıklar sönük olduğu için rahatça uyuyor numarası yapabilirdi. Neden hep kendini saklamak zorunda kalıyordu? Hem de kendini bu dünyada en yakın hissettiği kişiden bile. Hiç sevilesi biri değildi ki! Zaten etrafındaki insanların neden onun yanında durmakta bu kadar ısrarcı davrandıklarını da anlayamıyordu. Hak ettiği yaşam bu kadar güzel olmamalıydı.

Yazıktı Yasemin’e. Bunca zor bir hayatı olmasına rağmen nasıl da kıpır kıpırdı. Hep hayatı yaşamak için sabırsızlanan, hep birşeylerden eksik kalmaktan korkan, hep güleryüzlü, hep sabırlı, hep iyimser, hep hep hep hep! Bunun için bütün arkadaşları bu kadar çok seviyorlardı Yasemin’i. Enerjik, çekici, kültürlü ve eğlenceli bir kadındı Yasemin. İnsanlar Yasemin’in neden kendisini tercih ettiğini anlamadıkça, bir yandan suçluluk duygusuna takılıp hayatını Yasemin’e adamak istiyor, başaramayınca da ona pahalı hediyeler alıyordu. Ama diğer yandan da tüm dikkatlerin Yasemin’in üzerinde olması sinirlendiriyordu Müjdat’ı. Aslında içinde ne güzellikler vardı Müjdat’ın. Yasemin de neymiş! Bir susturabilseydi içindeki arada bir uyanan o canavarı aslında çokta sevilesi bir insandı Müjdat.

Dudağının kıyısından öpüldüğünü hissetti. Uyanma numarası için iyi bir bahaneydi:

- Hımmm hoşgeldin. Niye bu kadar geç kaldın? (aslında içinden bu akşam yalnız kalmak için dua ederken, bunu Yasemin’e söyle-ye-memek daha da sinirlendiriyordu O’nu)
- hoş buldum. Çok eğlenceliydi konser. Sonuna kadar izlemek istedim. Sen neler yaptın?
- Bir daha bu kadar gecikme. Çok sıkılıyorum seni beklerken. N’apiyim boş boş televizyona baktım. (hiç gelmemesi geç gelmesinden daha iyidir. Geç gelmesini sevmiyorum. Gecemi bölüyor. Nasıl söyleyebilirim ki bunu O’na kırmadan!?)
- Yalnız kalmak hoşuna gider diye düşünmüştüm. Gelmek istemediğini söyleyince sen... Benim geç gelmem dışında bir sorun olmadığından emin misin tatlım?
- Yoook. Benim çok uykum var Yasemin. Hadi gel yanıma. Bana sarıl, uyuyalım.

Artık kafasının binbeşyüz olmasının da etkisiyle ve daha fazla kırıp dökmekten korkar bir halde bir an önce uykunun güvenli ellerine bırakmak istiyordu kendini Müjdat. Bir günü daha O’na Yasemin’i kaybettirecek bir hareket yapmamış olmanın rahatlığıyla bitirmekti tüm isteği..

Birazdan Yasemin’in elini belinde hissetti. İki eliyle tutup öptü öptü. Şükretti içinden O’nunla olduğu için. Hayatındaki hiçbirşey Yasemin kadar değerli ve keyifli değildi. Çok sevdiği yalnızlığı bile...



Koşar adımlarla merdivenleri çıktı nefes nefese ve anahtarı kilide soktu. Gözetleme deliğinden ışıkların sönük olduğunu görüyordu anahtarı çevirirken. Ne kadar gürültülü bir kilitti bu! Çizmelerini çıkartırken tezgahtaki boş şişeyi gördü ve kültablasını arar oldu gözleri. Oysa ne çok istemişti Müjdat’ı ayık bulup, ballandıra ballandıra ona konseri ve geceyi anlatmayı. Uyuyor gibiydi. Eğilip dudağının kenarından öptü. Bütün dünya Müjdat’ın dudağının bu köşesinde asılıydı sanki. O’nun dokununca halı kılı etkisi yaratan kısa saçlarında gezdirdi elini.

- Hımmm hoşgeldin. Niye bu kadar geç kaldın?
- hoş buldum. Çok eğlenceliydi konser. Sonuna kadar izlemek istedim. Sen neler yaptın? (hoşuna gidiyordu bu küçük kıskançlık belirtileri ama bir yandan da anlayamıyordu Müjdat’ın tam olarak ne beklediğini. Samimi miydi acaba?)
- Bir daha bu kadar gecikme. Çok sıkılıyorum seni beklerken. N’apiyim boş boş televizyona baktım.
- Yalnız kalmak hoşuna gider diye düşünmüştüm. Gelmek istemediğini söyleyince sen... Benim geç gelmem dışında bir sorun olmadığından emin misin tatlım? (hiç görmek istemese gelme derdi diye düşündü. Acaba msn’de birileriyle sohbet falan mı ediyordu yalnızken. Çünkü msn konusunda hala tutuk davranıyordu Müjdat. Gözünden kaçmamıştı Yasemin’in. Ne konuşabilirdi ki? Yasemin de konuşuyordu bütün eski sevgilileriyle. Bu çok insani bir durumdu. Ama Yasemin asla gizlemek zorunda hissetmiyordu msn sohbetlerini. Müjdat bir şekilde hep gizliyordu...)
- Yoook. Benim çok uykum var Yasemin. Hadi gel yanıma sevgilim. Bana sarıl, uyuyalım.

Yasemin banyoda makyajını temizlerken hayatının en gerçek ilişkisini yaşadığını düşünüyordu. Her ne olursa olsun konuşabiliyorlardı ve bu çok kıymetliydi. Müjdat bağımlılıklarından kurtulacaktı mutlaka. Yasemin kurtarmayacaktı O’nu. Kendisi kurtulacaktı. Kimsenin kimsenin içindeki güzellikleri çıkartamayacağını anlamıştı daha önceden Yasemin. Büyük bir problem yoktu aslında. Müjdat yine içmiş, paranoya denizine bırakmıştı bu gece kendini belli ki. İstemese bunca zaman devam eder miydi, bu kadar hayatının merkezi yapar mıydı Yasemin’i? Yine de yarın Müjdat’la konuşacaktı. Konuşulmayan hiçbirşey olmazdı onların arasında.

Yorganı açıp, kendini sıcak yatağa bıraktı. Müjdat’ın beline sarıldı. Yuvarlak göbeğini sıvazladı. Müjdat iki eliyle Yasemin’in elini kendi dudaklarına dayadı. Öptü, öptü.

28 Kasım 2009 Cumartesi

anladın sen


Gerçek dostluğun ne olduğunu ve belli bir yaştan sonra dost edinmenin giderek zorlaştığını bilecek kadar yaşlı sayılırım. Bir yılı aşkın bir süredir şehir dışında yaşayan bir dostumla buluştum bugün. Kurduğu işini, nasıl nefret ettiğimiz eski patronumuza giderek benzediğini, kız arkadaşıyla nasıl bir yol ayrımı-birleşmesine geldiklerini, ortak tanıdıklarımızdan evlenenleri, bebelenenleri, boşanma arefesindekiler de dahil olmak üzere tüm taze dedikoduları yaptık. Sonra bir an "sana dargın olduğumun farkındasın di mi" dedi;"değilim"dedim. "bir süredir pek çok şeyin farkında değilim". "Senin şuracıktaki evine gelemedim diye kendimi kötü hissediyorum. kaç defa davet ettim bir atlayıp gelmediniz" dedi. "haklısın, bahanem yok sadece kanadım kırıldı, onarmaya çalışıyorum" dedim. Sormadı başkaca birşey. Islak gözlerle birbirimize sarıldık.

26 Kasım 2009 Perşembe

if I were a boy..



böyle giyinirdim!

bayram şekeri


Hayatımın yarısını vejeteryan geçirmiş birisi olarak kurban bayramlarını asla sevemedim, hatta nefret ettim dinden imandan bu yüzden. Harçlıklar kesildiğinden beri de hiçbir dini içerikli bayramı sevmiyorum. Yaş itibariyle de ailevi sosyal aktiviteler eşzamanlı olarak sevilmemeye başlanıyor zaten aynı yaşlarda.. Artık yalnız yaşamanın da verdiği bir rahatlıkla hiçbir akrabamla görüşmeme lüksünü bayramlar da dahil olmak üzere sonuna kadar sürüyorum. Gün gelip bayramda seyranda arkadaşlarımdan da köşe bucak kaçmam gerekeceği aklıma gelmemişti hiç. İnsanlar çift iken neden tekil arkadaşlarının tatillerde kendilerine katılmasını bekliyorlar? Sevgiden demeyin. O kısmını ben de biliyorum ama bana biraz bencilce bir sevgi gibi geliyor bu durum. Eğer arkadaşımın ilişkisi kötüyse muhteşem aşkımdan bahsetmem. Parası yoksa yaptığım tatili ballandırarak anlatmam. Kardeşiyle küsse kardeşimle aramızın son zamanlarda ne kadar muhteşem olduğundan bahsetmem vs. vs. Bana da benzer şekilde davranılmasını beklerim ama davranmayanlar olur illa ki. Onların da kusuruna bakmam, ama kaçarım.

Hepiniz birer renk şeker seçin şimdi. Ben unisex günlerimdeyim. Mor şekeri alıp, telefonlarımı kapatıp, kaçıyorum.

Kanları düşündükçe iyi bayramlar diyesim gelmiyor. İnsanlığımdan utanıyorum.

16 Kasım 2009 Pazartesi

30'lu yaşlarda yalnız kalmak zor işmiş. 20'lerinde sevgilinden ayrılınca takılacak bir sürü kız arkadaşın oluyor. Beraber dağıtmaca, eğlenmece, tatiller yapmaca vs vs.. program ve alternatif bol. Ancak yaş ilerledikçe işler değişiyormuş, yeni anlıyorum. Herkes evli ya da sevgililidir. Gece çıkmaları zaten keyif vermemektedir. Hafif sosyalleşmeye kalkınca birileriyle tanışıyor ancak "yalnız bayan" olduğun için dürtüşmeden sade bir ahbaplık edemiyorsun. Etmek istemen tuhaf karşılanıyor. Dolayısıyla yaklaşan tatiller bünyede bir kasılma yapıyor.

Tüm bu psikolojiler içindeyken ilacımı buldum. www.dobreak.com Temalı geziler düzenleyen iki kız kardeşin kurdukları ve internet üzerinden tanıtım yaptıkları bir tur şirketi. Dünyaca ünlü festivallere, mekanlara, konserlere küçük gruplu turlar düzenliyorlar. Mesela Madonna'nın Bulgaristan'da konseri var. 4 günlük 10-20 kişilik bir grup düzenliyorlar Bulgaristan'a. Ben üye oldum. Artık yeni partnerim dobreak. Bütün tatillere dobreakla gideceğim. İlginenlere duyurulur.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Sikik Pollyanna

Pollyanna'ya bir grup pala bıyıklı amca arka arkaya tecavüz ederler. Olayın ardından Pollyanna'nın ilk cümlesi: "şükürler olsun sırayla geldiler. Yoksa ben ne yapardım!"
İkici cümlesi:"Allahtan bugün ağda yaptırmıştım"

1 Kasım 2009 Pazar

canım fotoğraf bile yüklemek istemedi. o derece keyifsizim..

Yalnızlığı neden sevmediğimi bir kez daha hatırladım bu hafta sonu. Zaman geçirmek kadar zor birşey olamaz. Hem yetişemediğim şeylerden yakınıyor, hem de zamanı geçiremediğim için kendimi işe yaramaz, sıkıcı, bitik falan hissediyorum. Ama bir yandan da insanlarla olmak istemiyorum. Her birkaç yılda bir hayatımdan 3-5 kişi dışında herkesi çıkarttıp, sonra tekrar sosyalleşme pratikleri yapmam ne kadar normal bilemiyorum.

İstanbul’un esip esip zırlayan hali ve benim reglim birleşince süper bir ruh hali çıktı ortaya. Cuma akşamından beri adımımı dışarı atmadım bile. Görüşme talebinde bulunan bebemizi eve davet edip, ardından yaşadığım pişmanlığı film izlerken uyuyakalma tribimle tamamladım Allahtan! Bir ilişki istemediğimi açıkça söylemem gerektiğini artık biliyor olmama rağmen, onu bile yapacak dermanı bulamadım kendimde.

Şimdi sakin bir Pazar akşamı önce yarın yapacağım sunumu tamamlayıp, sonra kışlıkları çıkartıp kendimi ütüye ve ağlamaya verirken artık etrafımda zeki ve keyifli insanlar olsun istiyorum. 20’li yaşlarımdaki gibi kendimi internet sitelerine vermeden bu kişileri nereden bulabilirim bilmiyorum.

24 Ekim 2009 Cumartesi

ÇİKOLATA TOZU ve DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ




Hiçbir zaman sevemedim doğum günlerimi. Sadece sonbahar gibi yılın en hüzünlü mevsiminde doğmuş olmam bile bence yeterli bir neden. En mutlu aşklarımı yaşarken bile hep bir hüzün olur içimde doğum günlerimde. Yıllar geçtikçe hala çocuk sahibi olamamamın da etkisi oldu bu psikolojinin yerleşmesinde tabii. Bu mevsimde hiç üşümeden Moda’da iyi müzik yapan bir barın terasında eğlenebilmek güzeldi, haksızlık etmeyeyim şimdi. Ayrıca şimdiye kadar hediye açısından hem nicelik, hem nitelik, hem de mutluluk olarak bu kadar verimli bir yılım olmamıştı hiç. Gecemin “kimse gelmez Moda’ya, orda yapma” diyenlere kapak olacak kalabalık bir grup ve sonrasında “kalan sağlar bizimdir” şeklinde dancingle sabahın 3’üne kadar süreceğini ben de beklemiyordum.

Bu yıl mum üflemek istememiştim aslında. Yaşımın 31 olmasından gocunduğumdan değil. Pasta mumuyla insanlar bana bakarken hala utanır, kendimi dileğime yeterince veremem. Ziyan olup gidecek yine dileklerim diye düşünmeye başlamıştım. Işıklar sönüp, happy birthday çalıp, sürpriz pastamı üfleyince her yeri kakao tozu yapmamla beraber attığım kahkaha ile eş zamanlı telefonumun ışığı yandı: “1 new message”. Çikolatalı ellerle, çikolatalı telefonun tuşuna tahmin edilecek heyecanla bastım. Eski sevgilinin komşusu: (aynen yazıyorum)“eşşek Heydi nasılsın şeker ee yeni yaşınada girdin kocadın kız” Kocamış kız kafayı kaldırdı. Ona heyecanla bakan gözlerle göz göze geldi. Ellerindeki kakaoları yalayıp, gülümsedi. Geçen yılki pasta fotosunun altına yazılan satırlar geçti içinden: “iyi ki doğdum. Gördün mü bak 30 oldum. Tencere yuvarlandı, kapağımı buldum.”

19 Ekim 2009 Pazartesi

Zamanı düşü(n/r)üyorum!


Zamanı düşünüyorum. Ya da elimden düşürüyorum bazen. Şimdi ile gelecekte bir nokta arasında gidip geliyorum. Realite ile kendi isteklerim arasında. Hep kendi realitemi yaratmak için bütün enerjimi kullanmam mı gerekecek? Biraz tembellik etmeye hakkım var benim de. Aslında itiraf ediyorum takıldım. Bu saplantılı durumdan kurtarmam lazım kendimi. Doğum günüme 4 gün kala medyum kafamı, geçirdiğim hızlı hafta sonu ruhumu karıştırdı. Bebe partnerle rakı balık eşliğinde Zeki Müren dinlemek güzeldi. Motorun arkasında oradan oraya akmak güzeldi. Çok uzun bir süre sonra gençlerin arasına karışıp Bedük’ü dinlemek güzeldi. Bir lezbiyen tarafından 23 yaşında çıtır zannedilmek güzeldi. Medyumumdan 2 aya kadar istediğim arabayı alacağımı duymakta güzeldi. Ama beni 3 güne kadar arayacağını ve doğum günümü kutlayacağını duymak aslında en güzeliydi. Onun için sona sakladım. Ben ne kadar güzelim peki? Ve zaman nasıl bir ölçüm aracı? Bulandım. Tütün deposuna gidip bienalin kalanına bakayım. Biraz güneş, biraz Karaköy kurtarır beni. Güzelleştirir beni.. Sev beni.. Seveyim seni..

11 Ekim 2009 Pazar

KÜLTÜR TAŞIYICISI




Hem kültür beslemeli, hem de son derece serseri geçen bir hafta sonunun ardından ruhumu temizlemeye anneciğime geldim. Saatlerdir parmaklarım derman bulsa da yazsam diye bekliyorum. Bir kuvvet başladım ama her şeyi yazabilecek kadar uzatamayacağım sanırım. En güzel yanı bienaldi. Bol bol foto çektim. Hangisini kullansam karar veremiyorum. Önümüzdeki günlerde de paylaşmaya devam edeceğim ufak ufak.


bu da bizim ilk gittiğimiz film ArıMaya'yı hatırlattı. 1995'ten kalma bir poster




Gündüz Karaköy burdu biraz içimi. Nedense eski sevgiliyle ilgili bir çapa yapmışım Karaköy’de. (Çapalamak algıda seçicilik gibi birşey.) Şehrin her noktasında anılar oluşturup, çapayı Karaköy’e sallamak orayı beraber keşfetmekten olsa gerek. Yazın son günlerinden birinin tadını çıkarttık arkadaşımla. Sonra verdik bienale kendimizi. Kovulana kadar.. Bienalden bir fotomu göstermek isterdim ama ne yazık ki arkadaşım ağır miyop. Beni çekeğine kadraja yandaki kafeleri almış ne yazık ki..



Sonra Cihangir’de canım arkadaşıma tabii ki sonu sessiz sinemayla biten kalabalık bir doğum günü partisi yaptık. Sabah komşudan işittiğimiz laflara değecek düzeyde bir eğlence oldu. Bebelerle takılma konusunda da trendi takip edip, nihayet milli oldum. Vatana millete hayırlı uğurlu olsun! Cuma gecesi neye niyet ettik, hafta sonundan neyle çıktık. Olsun. Çok kibar, çok sarılgan. Motoru da var, DJ seti de. Gelsin hayat bildiği gibi işte..

10 Ekim 2009 Cumartesi

HAYATA BİR SÜRE BERABER BAKALIM MI?

Zaman geçiyor ve çok şeyler yapan insanlara hayretle bakıyorum. Bunların da günleri 24 saat mi acaba? Yoksa birisi bizi kandırıyor mu? Hep yetişemediğim, bir şeylerden eksik kaldığım hissiyatı var içimde. Ne zaman doyacak, ne zaman "bu kadar yeter, şimdilik bi vites değiştir bakalım" diyecek içimdeki bilmiyorum. Bugün içimde patlayan bu eksiklik canavarını doyurmaya İstanbul Modern'e gideceğim.



Akşam lezbiyen ilişki yaşamak isteyen bir bayanla daha tanıştım. Bu söylem hoşuma gitmiyor: "lezbiyen ilişki". Ben ilişki yaşamak istemiyorum ki! Erkeklerin "ya bana yapışırsa" korkusunu anladım cidden. Bi fena hissediyor insan kendini. Ama ben arkadaşını beğendim. "Ne güzel gözlüklerin var" dedim. "hayata pembe bakmak istiyorum" dedi. Gel hadi beraber bakalım. Bir camından sen, bir camından ben..

5 Ekim 2009 Pazartesi

VOKALİZ



Dün gece çok yetenekli 5 beyefendiyi dinlemeye gittim Kadıköy’de bir yere. Enstrüman olmaksızın, tamamen ağızlarıyla müzik yapıyorlar ve söylüyorlar. Tekniğin adı “agapella”. Aralarda seyirciye takılma kısmını fazla uzatmaları dışında son derece başarılılar. Bunu bütün gece Saffet Amca ve bendenize takıldıkları için söylemiyorum. Ama bana takılmasalardı sıkılabilirdim mesela.. Henüz oradaki programları süreklilik kazanmadığı için (ki umarım kazanmaz zira çok dandik bir yerdi) mekanın adını vermiyorum. Kendileriyle yakında vizyona girecek “Yedi Kocalı Hürmüz” de tulumbacılar olarak karşılaşacaksınız. Her Pazartesi akşamı Cezayir Sokak’taki Vedat Sakman’ın yerinde çıkıyorlar. Tavsiye ederim efendim. Gidiniz, dinleyiniz.

4 Ekim 2009 Pazar

MGNTWMN’IN PEMBE SAFSALAKLIK MÜZESİ VOL.2 (TEMMUZ SİMETRİSİ)

Sizi sevdim. Yıllardır sevdiğimi sandığım Temmuz’u aslında bu yıl sende sevebildim henüz. Ve seni bu yıl Temmuz’da sevdim.

En serin Temmuz’u oldu bu hayatımın. O kadar ki yazı bile yaşatmadı. Şimdi bu ılık Ağustos akşamında başımı boynunun kuytusunda ısıtamadığım için üşüyorum.

Uzun uzun yürüdüm İstiklal’de. Bu kadar zor mudur unutmaya çalışmak? Scanner gibi aynı anda onlarca insanın yüzünü taradım yol boyunca. Biri sen olabilirsin! Biri senin yüzün olabilir ve kalbim durabilir o anda. Her bir yüz sen çıkacakmışsın gibi yeniden ve yeniden ve hiç durmadan sıkıştırıyor kalbimi. Başımı döndürüyor tanımadığım suratlar. Dopdolu Temmuz’un ardından boş geçen Ağustos’umu biraz daha boşaltıyor her bir tanımadığım çehre.

Sonra yüzünün hayali.. Bir sinek gibi inadına gelip yapışıyor burnumun ucuna. Her kovduğumda bir daha geliyor. Kovmamalı mıyım yoksa kaybolması için? Daha kaç gün seyredeceğim benim için saçını arkaya tarayarak açtığın o etli alnını? Parlak gözlerini ve küçük ağzını? Daha kaç satır, kaç mısra dolduracak bendeki sana benzemeyen aksini? Daha ne kadar yabancılaştıracak beni hala senli kalbime? Kaç kadeh aslan sütünü vuracağım masaya şerefine içerken?

Şimdi sarhoş gönlüme uyum sağlaması için başımı da sarhoş etmeye çalışıyorum. Ruhumun ve bedenimin uyumlu hareket ettiği nadide zamanları ancak böyle yaşıyabiliyorum. Oysa elimde somut belgeler olmalıydı. Didikleyip onaylamalıydım bunları ruhumla. Önüne fırlatmalıydım. Vazgeçmeliydim Temmuz’dan ve senden. Ya da vazgeçmeyip, sımsıkı sarılmalıydım ikinize de.Neyi değiştirebilirdim ki? Akıp geçen günlerle Temmuz’u, büyüsü geçen aşkımızla seni nasılsa hergün biraz daha kaybetmeyecek miydim?

Vapurdayım şimdi. Seni de sigaramın dumanı gibi tellendirmeden içime çeksem ve bırakmasam. Hapsetsem. Kimse seni görmese ve sen de benim içimden başka birşey görmesen.

Sizi sevdim. Temmuz’u sende, seni bu yıl Temmuz’da sevdim. İkinizi de bıraksam. Sensiz ben olsam eskisi gibi ve yıl 11 ay olsa artık..

27 Ağustos’05

Not: bu şekilde tarih atınca daha duygusal oluyor gibi sanki..

3 Ekim 2009 Cumartesi

yürü de best model görsünler!


Tuğçecan Çin'e doğru yolun açık olsun. serilsin kırmızı halılar, çatlasın seni kaçıran topçu kazmalar!

MGNTWMN’IN PEMBE SAFSALAKLIK MÜZESİ VOL.1

Yeni eşyalarla beraber bir iki gündür hayatımı kutulara ayırıyorum. Tabii defterler, günlükler, anlıklar, eski mailleşmeler (eskiden bütün özel mailleşmelerimi çıktı alırdım. –teknolojiyi reddetme durumları.. ne delilik!-) eski mektuplaşmalar; unuttuğum ne varsa döküldü herşeyler meydana. Çok dokunaklı, çok duygusal, çok serseri ve çok romantik. Geçen akşam Seyfi Dursunoğlu söyleyince regl öncesi effectle hüngür foşurt ağladım ama tek neden regl değildi. Çok sevmiş birini. O kadar belli ki bakışından, cümleyi kurarken arada verdiği esten... Bir daha o kadar sevmemiş ve belli sayıda insanla beraber olmuş. “bir şeyin sayısı çoğaldıkça, kıymeti azalır” dedi. Ne kadar bilindik bir cümle ama içimi çizdi benim bir an. Kendime döndüm. Dün akşam kutuları toplarken farkettim ki yaşım büyüdükçe, sayı arttıkça daha az romantik olmuşum. Daha duygusuzlaşmışım. Erkekleşmişim. Oysa çocukluğa indikçe neredeyse giderek demlenen bir şairim. Çok hislendim. Çok hatırladım eskileri(mi). Ne kadar derin aşık olduğumu. Herhalde son ilişkimde biraz bıraksaydım kendimi, üstümden koca bir tır geçmiş gibi yapışıp, apışıp kalırdım bunca anı ve yaşanmışlıkla. İşte mgntwmn’ın duygusal halleri..

Bu şehrin sokaklarında zevkle yürüdüğümüz nadide anlar vardır.
Yalnız başına bir bahar akşamı Ortaköy’de oturup denize bakarken,
Karlı bir günde İstiklal’de yürürken
Bereyle kaşkol arasındaki küçük aralığı da
Kar taneleri kapatmaya çalışırken,
Serserilik yaptığın bir gecenin ardından günün ilk ışıklarıyla
Bir yandan çayını yudumlarken, bir yandan gördüğün manzara için şükredersin
İstanbul’un herhangi bir kıyısında olduğun için..

Aklına hep tekbir kişi vardır böyle zamanlarda..
Artık sevilmiyor olabilirsin.
Ya da nefret bile ediyor olabilirsin ondan.
O anı yaşamak için affedersin onu, kendi, bütün hataları..

Acaba en son ne zaman geçti bu yoldun dersin..
Kimlerle oturdu burda?
O da böyle dakikalarda düşünüyor mu beni dersin..

Bülent Ortaçgil’in dediği gibi:
“Belki beş dakika arayla geçtiniz aynı sokaktan”

Biriniz diğerinize geç kaldı tıpkı hayatınızda olduğu gibi belki..
Acıları kabullenmiş olmanın dinginliği ile
Öyleceğ durup şehri seyretmek güzeldir.
Birileri için ne ifade ettiğinizi bilmeseniz de..
Kendi varlığınızı en büyük mutluluk ve şükür nedeni olarak görürsünüz
Elinizde bir tek bu vardır..

Farkında olmadan aynı anda birbirimizi düşündüğümüz tüm zamanlar için..

24’Ekim 2005

2 Ekim 2009 Cuma




BİR BAŞKA YAPTI BENİ BU EV HALLERİ

Hayatımın hiçbir evresinde bu kadar eve kapandığımı hatırlamıyorum. Hep dışarı çıkmak için bahanelerim olur. Haftada en en az 1 gece dışarıya çıkmak, tüm gün evde olmam gerekse de, bakkalı bahane edip 5-10 dk havalanmak vs vs. Bitmez benim sokaklarla olan iletişimim. Evden çalışmaya başladığım bu bir aylık süreçte hayatımdaki değişiklikler:

- Asla bir sosyalleşme belirtisi yok. Genelde programları ben yaparken şu an arayanlarla da buluşmama, hatta çok görüşmek isteyenleri eve davet etme eğilimindeyim.
- Sprituel durumlarda bir sıçrama söz konusu. Vallahi de yönetiyorum herşeyleri oturduğum yerden. Düşmanlarım çatlasın!
- Kültür patlaması: izlenen film ve okunan kitap sayısında artış söz konusu. Genişleyen hayal dünyası ve giderek daha çok yazma ihtiyacı yaratıyor.
- Evin artık yuva olması. Yeni eşyalar ve düzenlemeler. Yeni işimin ilk maaşını henüz almamış olsam da kendi konforum için harcadım. İkinci maaşımı sıhatim için, üçüncüyü kendi tatilim için... harcama planlarım var. (bknz “en kısa peri masalı”)
- Sürekli yemek yiyorum. Birkaç kilo alıp, yaşamsal tehlike çizgisini geçtim. Birkaç kilo daha alırsam balık etli sıfatına yetişeceğimi umuyorum.

Yaklaşan doğum günüm münasebetiyle düşünüyorum bir yandan da. 30m2’de en fazla kaç kişilik parti yapılır? Aslında doğum günlerimden hep nefret ettim. Ben yaz çocuğu olmalıydım. Güz mevsiminde kutlama yapası gelmiyor ki insanın! Fotolara bakarken bir şey buldum ve bunu doğum günü konsepti içinde sunmak istiyorum. Bu kol, hayatımın en yoğun iş günlerini yaşarken ve şimdiye kadar kendime 1 doğum günü partisi bilem yapmamışken (en fazla bir tane yapmışımdır), sevgilim için kalkıp 50 kişilik sürrrrppprizzzz parti yapan benim totoma mı, yoksa partiyi neden tüm taksim halkı ile değil de 50 kişilik arkadaşlarıyla bir barda organize ettiğimi soran eski sevgiliye mi girsin karar veremedim. Bana girsin bana. Kimsenin suçu, günahı yok. Çünkü ben bunu hep yapıyorm.

27 Eylül 2009 Pazar

işte milliyet arsivinden 12 yıl önceki dogum günümdeki birinci sayfa haberi

Başbakan'a sitem!
Başbakan'ın eşi Berna Yılmaz, önceki akşam eve giderken trafiğe takıldı. Trafiğin Başbakan için kesildiğini öğrenen Berna Hanım, eşine telefon ederek, ‘‘Trafiği niye kapattırdın?’’ diye sordu ve bütün sürücüler adına bunu protesto ettiğini söyledi. Yılmaz, kararın koruma müdüründen çıktığını söyleyerek cep telefonunu ona verdi. Koruma müdürü de topu trafik polisine attı ve yolların açılmasını sağladı.

26 Eylül 2009 Cumartesi

bol tangolu, enerjili ve büyülü günler!

bunu da buraya file çorap, tango ve kumral kadın sevenler için koyuyorum.

Özlemişim ve unutmamışım tangoyu. Yine kelebek gibi ordan oraya savrulmak başımı döndürdü akşam. Artık yeni başlayan tıfıllara hocalık yapıyor olmakta ayrı bir okşadı tabii egomu. Egomu seviyorum. Okuduğum bir kitaptan sonra egomuzun çocukluğumuzdaki biz olduğunu iyice içime sindirmiş durumdayım. En yabani halimiz. Artık onunla çocuğum gibi konuşuyor, beni takip etmesini sağlıyorum. Şimdi böyle anlatınca çok hastalıklı gibi gelebilir ama aslında iyileştirici egzersizler gerçekten. Kitabı anlayabilecek kapasitede olduğunu düşündüğüm herkese tavsiye ediyorum. Çok basit bir dille yazılmış, en salak insanın bile anlayabileceği tatta bir kitap. Dharma yayınlarınlarından. Aslında içinde bilmediğim birşeyle karşılaşmadım. Ama bazen sahip olduklarımı hatırlatmam gerekiyor kendime. “evrenden torpilim var” bu yüzden güzel geldi. Şimdi arka arkaya yine çekmeye başladım düşündüklerimi. MagnetWoman durumu burdan geliyorJ

Arka arkaya çekmeye başladım dedim ya, senelerdir görmediğim bir an aklımdan geçen insanlar aramaya, çok eskilerden bu enerji durumlarıyla ilgili aldığım notları kutu evimin abuk sabuk bir yerlerinde bulmaya başladım. Acaba kendimizi farkında olmadan tekrarlıyor muyuz? Ya da ben aldığım B12’lere rağmen yaşadığım hafıza problemleri nedeniyle “50 ilk öpücük” teki gibi hergün olmasa da, birkaç mevsimde bir tekrarlıyor muyum kendimi acaba? Bir sevgilim bunu söylemişti. Yaptığı en orjinal şeyleri bile unuttuğum için. “Artık yoruldum ilişki içinde senin dikkatini çekmeye çalışmaktan” Oysa ben ne kadar özgür ve mutluydum. Onun neden böyle çabalar gösterdiğini anlayamamıştım. Ayrıldıktan sonra bile hep içimden geldiği gibi davranmışım. Aylar geçmiş kapısına gidip not yazmıştım.

Eski anlıklarımı okurken –günlük değil, anlık!- kafamdan bugün ve bu geceyle ilgili geçenlere dair bir sayfa buldum. Ve “olsun!” büyülerimin kalpli, kokulu, ama artık biraz solmuş dilek kağıtlarını. Hepsi olmuş. Olması ortalama bir insana göre imkansıza yakın olan şeyler. Ve hepsi gerçekleşmiş. 2007’de “kendi evim olsun” demişim ve şimdi kendi penceremden Bahariye’nin çatılarını seyrediyor olmak sanki çocuksu bir heyecan koydu içime. Bu sabah içime doğan ve eski bir anlığımı açtığımda karşıma çıkan o sayfayı yazmak istiyorum. Ama ondan önce bir “olsun! büyüsü” daha yapıyorum: “canım arkadaşım o heriften boşansın! En kısa zamanda.. OLSUN! OLSUN! OLSUN!”

........

Farkındalık nedir? İnsan aynada yansıyan gözbebeğinin içinden sonsuzluğa akarken bir sürü şeyi farkedebilir, değil mi? Bu kocaman evrende bir noktadan bile daha küçük olduğunu farkedebilir mesela. Ya da küçük diye bir kavramın olmadığını.. Hatta zamanın olmadığını.. Dün, bugün, yarın yoktur belki de? Sadece enerji ile bir kaç saniye önce “kocaman” olarak nitelendirilen evrenleri ele geçirebileceğinin farkına varabilir.

O zaman sadece farkında olunan ya da olunmayan bir enerji ve seçimlerden mi ibarettir herşey? “Güç” kelimesinin sözlük anlamı nedir acaba? İlk aklıma gelen tanımlama şu: “olayları ve gidişatı isteklerin doğrultusunda yönlendirebilme yetisi” (eve gidince hemen TDK’dan bakacağım anlamına) Benim tanımıma göre kim daha güçlüyse, o daha fazla mutlu oluyor hayatta. Herhangi birinin gidişatı istekleri dorultusunda yönlendirebilme yetisi bir diğerinden daha fazlaysa daha çok onun seçimleriyle şekilleniyor hayat. Yani istek artı enerji maddeleşmiş, somutlaşmış oluyor.

Seçimler, istek ve enerji. Şimdi başlıyorum denemeye! Yarın sabah sonucu yazacağım burayaJ

Belki de o kadar da sıkıcı bir insan değilim. Çok seviyorum defterin sayfalarını karıştırıp, kendimi okumayı. O kadar çok labirentler var ki içimde! Belki benim bile henüz geçmediğim yollar vardır labirentlerimde. Bu akşam o geçmediğim yollardan birinden geçeyim ve daha önce görmediğim manzaralı bir yol keşfedeyim içimde. Bu arada “I’m a passenger” çalıyor J

17 Eylül 2009 Perşembe

EN KISA PERİ MASALI


Cem Garipoğlu yakalandı kocaman bir ohhh çekiyorum.
Bu yazıyı çok biyendim. siz de okuyun, siz de gülün:)
züğürt tesellisi:))




Günlerden birgün bir adam bir kadina 'benimle evlenir

misin?' diye sordu,

kadin 'hayir' dedi.

Ondan sonra da kadin mutluluk içinde yasadi, aliverise

gidebildi, arkadaslariyla şarap içebildi,

her zaman temiz bir evi oldu, kimsenin arkasını

toplamadı; hiçbir zaman yemek pisirmesi gerekmedi,

her zaman ayakkabilarla dolu bir gardrobu oldu ve zayıf

kaldı........

SİZE MÜSTAHAK!




Saat sabahın üçü. Bir takım çığlık sesleri geliyor apartmanda birilerinden. Tabii sevişsin insanlar, mutlu olsunlar diyorum kitabımı okurken. Ancak aradan iki saat geçmesine rağmen sesler kesilmiyor. Sevişme de olsa, dövüşme de olsa can dayanmaz! Ancak konduramıyorum birinin böyle dayak yiyebileceğine. Hep pozitif düşünme inadı var ya şu sıra.. Abartmış durumdayım.

Telefonum çalıyor. Ekranda karşı komşumun ismini görünce çığlıkların negatif bir sebebe bağlı olduğunu hissediyorum. "aç kapını lütfen"diyor. Açıyorum. Hiç konuşmadan işaret ederek onun evine buyur ediyor. Direk onun altındaki daireden geliyor sesler. Hayvan kemerle dövüyormuş saatlerdir kızı! Çıldırıyorum. "Neden polisi aramadın" diyorum. Korktuğunu söylüyor. "Normal bir herif değil, anlayıp başıma bela olmasından korktum" diyor. Hemen kendi cebimden155'i çeviriyorum. Sanırım 20. çalmada açılıyor telefon. Durumu izah edip, adresi veriyorum memura. 2 dakika geçmeden bir ekip geliyor ve herifin kapısını çalıyorlar. Evde şiddet uygulandığına dair şikayet aldıklarını ve bayanı görmek istediklerini söylüyorlar. Herif sakin sakin yazıyor senaryoyu: "hasta kendisi, hastaneden yeni çıktı" Memur ısrar ediyor bayanı görmek için. Kız kapıya çıkıyor mecburen. Tabii biz sadece sesleri dinleyebiliyoruz. Kızın durumu nedir göremiyoruz. Şikayetçi olup olmadığını soruyor polis kıza. Kız olmadığını söylüyor ve benim kafamdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Ulan ölüyordun gerizekalı! 2 saattir aralıksız kemerle dövülüyor, "n'olur bırak Allah aşkına gideyim!" diye yalvarıyorsun. Ayağına kadar gelen kurtuluşa hayır diyorsun. Bu nasıl bir ilişki? Nasıl bir aşk? Nasıl bir sığınma ihtiyacı ya da nasıl bir kafa?

Müstahak! Size bu dayaklar müstahak. Başka da birşey diyemiyorum..

Sanki bir hafta sürmüş hissiyatı veren hafta sonlarına geri dönüş!


Hafta sonu tatillerini ve özgürlüğümü özlemişim. Deli gibi çalışarak ve ne kadar güzel giyinirsem giyineyim hala kendimi sakil hissettiğim büyük plazaların arasındaki yoğun haftadan sonra yine çalışarak devam etmem gerektiğini bilerek pcmi alıp Moda’ya indim Cuma akşamı. Bu yıl kapanan onlarca dükkandan sonra buraya ilk taşındığımda beni kucaklayan çok sevdiğim John’s Cafe’nin de kapandığını görünce yıkıldım ve bundan sonra mekanım olacak hemen yanındaki Bast’a oturdum. Pazartesi sunacağım raporların son kontrollerini yapıp düzeltip, kendimi hafta sonu ferağlığıyla internete atarken taa eskilerden ama bir gece önce de karşılaştığım bir arkadaş beni buldu. Derken iki arkadaşım daha kadıköy gecelerine akmak istediklerini söyleyince kendimizi barlar sokağında bulduk. Baktık sokaklar kesmiyor eğlencemize evde devam edelim dedik. Yoğun ısrarlarıma dayanamayan arkadaşlarla en sonunda o kafayla pictionary’e başladık. Tabii ki can dostum daha çizgi çizerken ben tak cevabı yapıştırıyor, ben daha kalemi kağıda değdirirken o söylediği onlarca kelimeden biri ile mutlaka hedefi tam ortasından vuruyordu. Varsa pictionary olimpiyatlarına katılmak istiyoruuuz!



Sahur vakti yaptığımız kahvaltının ve benim kocaman yatağımda çektiğimiz 3 kişilik uykunun ardından bir kahvaltı daha yapıp kendimizi sahile attık. Gelsin kahveler, okunsun gazeteler, gençler kenarda gitarlarını tıngırdatsın, salım salım bir Cumartesi değmeyin keyfimize! Ama değdiler. Ahmet Kaya şarkısı söylüyorlar diye sabahtan beri kimseyi rahatsız etmeden, hatta eğlendirerek kendi hallerinde takılan lise çağındaki çocuklara tekme tokat giren sivillerimiz tüm keyfimizi kaçırdı. Heyecanla olaya müdahaleye giden arkadaşımıza bakmak üzere gidip, çenemizi tutamayıp, olaya dahil olup, sevgili polislerimizin hırpalamalarına ve hakaretlerine maruz kalıp tüm tadımızı tuzumuzu, keyifli hafta sonumuzu kaybettiğimizi düşünürken, Bülent Ortaçgil konserine geçtik. Nasıl? Tam bir kültür şoku! Sadece ilk yarıyı izlemek yetti ruhumuzu temizlemeye ve genelde şişe çevirmeceyle biten sohbetli gecemize barlar sokağında ve ardında yine evde devam ettik. Doğruluk mu, cesaret mi? Cesaret. Ben bundan sonra kadın istiyorum abicim!

Ben hala küçük bir Pucca mıyım??





PUCCA 1. Bölüm- Pucca’nın Aşk PatlamasıBen hala küçük bir Pucca mıyım?
Animasyonlara bayılıyorum. Dün akşam Pucca ile tanıştım. Herhalde 15 dk.lık ilk bölümünü izledim ve bayıldım kendisine! İlk defa bir çizgi filmde kız oğlana hiiç aldırmaksızın aşkını belli ediyor, istenmediği halde cok cok öpüyordu kahramanını. Hikayenin devamını bilmiyorum ama esas oğlanın kim olduğu, Pucca’ya karşılık verip vermeyeceği pekte önemli değil. Önemli olan Pucca’nın esas oğlanı ilk görüşünden sonra gözlerini yumması. (gözler cidden çizgi şeklini alıyor) Neden bizim çocukluğumuzda hep ilk adım için erkekleri beklememiz gerektiği öğretildi? Belki de hep seçilmemin, ama şimdiye kadar bir defa bile seçmememin özünde yatan acı gerçek bu. Anne yaaaa! Diğer taraftan artık parmaklarımın sayısını geçtiği için saymaktan vazgeçtiğim ilişkide-ilişikte olduğum erkeklere ben de Pucca gibi çizgi gözlerle baktığım için mi gerçekleri göremiyorum?

İş Açılımı: Sezen’in sazan olduğu, hala açılamayan ve içinde ne olduğunu göremediğim kürt açılımını yaşarken ülkem, ben de hayatımın iş açılımını yaşıyorum. Uzun yıllardır eşşekler gibi hizmet verdiğim sektörde nihayet durumuma yakışır bir kariyer sıçramasını yapıyorum ve yukarılarda bir yerlere oturuyorum. Çocuk yapamasam da kariyer yapacağım Allahın izniylen..gelsin paralar! Zira millet 3G’yi denerken ben hala komşudan bedava internet avındayım. Parasızlık yüzünden yediğim kocaman tekmenin ardından desparate house wife şeklinde evde totomu ovalamaktan kurtulacağım için gayet mutluyum..

Münevver’i doğrayan Cem’in kırmızı bültenine rağmen hala yakalanamamış olması artık rüyalarıma giriyor. Kendisine erkeklere bu kadar kızgınken karşıma çıkmamasını öneriyordum rüyamda. (Açık değildi totom) kesemediğim küçük ç.kün yerine onunkini kopartabilirim!

Ayrıldığımı duyunca sivri sinek gibi üşüşen karşı cinsten arkadaşların tadına bakıp, duvara yapıştırmaya devam etmek istiyorum. Biraz daha sexi olamazlar mı acaba?

Evimden önce gardrobumu yenilemeye karar verdimArtık daha ciddi, topuklu ayakkabı giyen daha kadın kadın bir kadın olacağım. Gözlerim bozuk değil ama acaba kalın kemik çerçeveli bir gözlük daha iş kadını yapar mı beni? İşim satış olduğuna göre önce kendimi pazarlamalıyım! Yarın akşam canım arkadaşıma gidip yeni stilimi oluşturmaya başlıyayım bari॥



Haberler bitti. Şimdi sırada reklamlar.. (internet)

Nereida'nın acı intikamı!




Ronaldo’nun eski sevgilisi Nereida’nın intikamı acı olmuş. DÜNYANIN en pahalı futbolcusu Christiano Ronaldo’nun (24) eski sevgilisi Nereida Gallardo (26) kendisini kısa mesaj atarak terk eden sevgilisinden intikamını kötü almış. Gallardo 9 ay önce kendisinden ayrılan ünlü futbolcunun karizmasını çizecek açıklamalar yapmış. Bir TV programında konuşan ve eski sevgilisinin sürekli fil hortumlu iç çamaşırları giydiğini söyleyen Gallardo “Ne yazık ki ambalajı tam dolduramıyordu” demiş. Eski sevgilisinin cinsel performansının da iyi olmadığını söyleyen Gallardo, “Birlikte geçirdiğimiz zamanlarda benden çok aynaya bakıyor, bana köpek muamelesi yapıyordu” demiş.
Haberin altındaki yorumlara bakıyorum. Vay terbiyesizler, onun yaptığı daha kötü, hayır asıl diğeri başlatmış vs vs.. herkesin bir yerine dokunmuş belli ki haber. Kiminin erkekliğine, kiminin kadınlığına, kiminin terbiye anlayışına. Benim de dokundu. Nereme dokunduğunu okuyarak anlayabilirsiniz :) Gazetenin sayfasını açarken birşeyler yazıp zehrimi akıtmanın yollarını arıyordum zaten. Haberi görünce birden Nereida’ya yakınlık duydum:) Zira beni de sevgilim birkaç hafta önce mail atarak terk etmişti. Üstüne birbirimizi hiç görmedik, konuşmadık falan filan.. Aklıma gelen ilk sahne: kısa bir süre önce benden emaille ayrılan ve son dakikaya kadar rengini belli etmeyen eski sevgilinin evine gidilir. Bir güzel hadım edilir. Üstüne de hiç konuşmayarak biriktirilen onlarca duygunun(zira bir ah canım, bir allah belasını versin!olur ya insan kabullenme sürecinde) harmanı ve sonucu şu cümle yazılır: “bu küçük ç.k daha pek çok a. görmek istiyordu. Yazık oldu.. imza: eski sevgili :)”

Söylenenler doğrumudur bilmiyorum ama Gallardo’yu yaptığı kendisine iyi geldiyse çok taktir ettim. Dağ değiliz, taş değiliz kardeşim! Etkilenirsek tepki veririz. Bundan doğal birşey olamaz. Ama öte yandan konuşmamanın karşı tarafı kahreden en büyük ceza olduğunu yeni yeni anlıyorum. Zira sanırım hayatımda ilk defa sustum. Çünkü bu psikolojileri o kadar çok konuşmuştuk ki. Artık üstüne tek bir söz söylemeye gerçekten gerek yoktu. Enteresan bir şekilde konuşmak gelmedi içimden. Arkadaşlarım bu suskunluğumu tehlikeli buluyorlar. Çünkü tarzım değil. Sonuna kadar öcüğünü, böcüğünü, maskesini, taşlarını düşürüp arkamı dönerim. Hep böyle olmuştur. Şimdi bu sessiz kalma durumu "aha patladı patlayacak, başkalarından çıkartacak hıncını" vs gibi endişelere sebep oluyor haliyle. Üstüme gelme arkadaşım! Bu yaştan sonra hapislerde çürüyemem soğan ç,klü biri için:)

Not: En tehlikeli yaratık canı acıtılmış bir kadındır. Kadınları kızdırmayınız! :)

resepsiyon, metro-zaman


Bu plağın üstünde duran anahtarlar kimin? Kaç kişinin eli değdi onlara? Kaç kişi kapısını cilveleşerek, kaç kişi yalnızlığına koşmak için açtı? Ne çok zaman, ne çok hikaye geçti üstlerinden kim bilir! Yaşam hızla yanımızdan geçen bir metro gibi, deklanşöre basıp tutabiliyor musun bazı anları sen? Biriktirebiliyor musun? Tadını çıkarabiliyor musun? Nasıl katlanıyorsun hayata? Nasıl sabırla bekleyebiliyorsun? Bana hüzün veriyor geçmişteki anlar. Benzer bir kare gördüğümde geçmişteki muhtemelen sonuçlanmamış kötü bir tecrübemi hatırlatıyor.. Bazen hatta çok zaman o kadar hızlı geçiyor ki metro-zaman- hiç akmıyormuş, herşey bir sonsuzlukta asılı kalmış hissiyatı yaratıyor. Bizler de sonsuzlukta sallanan nesneleriz. Aslında ruhumuz yok ya da gerçekten yok olsa daha katlanılası olurdu herşey. Zaman nasıl geçirilir? Nasıl durulur dağ gibi, taş gibi, duvar gibi? Düşünerek mi? Boşvererek mi?


fotoğraf: Celal Erdoğdu. Canım arkadaşıma teşekkürü borç bilirim:)

gönderilmeyen bir mektup


Duran su dolu bir bardağa susuzluktan ölüyor olsam da saatlerce bakabilirim. Ya da yazı yazarken oluşan elimin üstündeki damarlara. Çok hoşuma gidiyor o damarlar. Çalışan bir elin ilk belirtisi.. Sürekli çalışan kafamdan memnun değilim bu günlerde. Tutamıyorum. Durduramıyorum. Dizginleyemiyorum. En yapılması gereken şeyleri o kadar iyi biliyorum ki, artık hepsi çok sıkıcı geliyor. Keşfedilecek, bakılmaya değer bir yer kalmamış sanki. Hepsinin suniliğini taa en derinimde hissediyorum.

Kaldırıp rafa, diğerlerinin yanına koyuyorum. Bir kaç saat iyi geliyor. Sonra gözüm takiliyor, bakıyorum yakışmıyor onların yanına. İndiriyorum. Yine eşelemeye başlıyorum. Konuşmak istiyorum. Soruların cevaplarını kelimesi kelimesine biliyorum. Sanki o soruyu hiç sormamışım ve o cevap hiç verilmemiş. O kadar boşluk, o kadar yokluk, hiçlik! Nasıl kanadığı için kesip atılması gereken bir parmak oldum O’nun hayatında? Ne zaman ve ne yaparak bu kadar suçluluk duymasını sağladım? O kadar iyi tanıyordu ki beni çıkmadan önce de..Kaç yıl bunun için mi tırmaladı hayatıma girmek için? Ben nasıl bir insanın üstünde yük görüldüm? Neden son dakikaya kadar kendini hazırlayıp beni hoop diye itti uçurumun kenarından? Ne zaman bir an önce unutulması gereken bir “ŞEY” oldum O’nun için? Ne zamandan beri böyleydi? Hep böyle miydi? Uzar gider bu sorular böyle.. Sonu gelmez. Sana da cevaplaman için yazmıyorum. Yapılacak şey yeni yerlere bakmak. Hiç tanımadığım insanlarla olmak. Elimden gelse başka bir ülkeye gitmek. Ama onların da sonunu çok iyi biliyorum. Zaten tasarlarken yaşıyorum o hayatları da . Evimin kapısını kapatıp dünyaya, okumaya çalışıyorum sadece..

Bir nedeni olmalı tüm bunların. Kabul etmeme yardımcı olacak bir nedeni. Kötü şeyler düşünmeliyim. Nefret etmeliyim. Çözmeliyim ve evrenin adaletine salıvermeliyim bu konuyu. Daha önceleri hep böyle olmuştu. Böyle yapmıştım. Dersler çıkartmıştım. Üç beş ay böğüre böğüre ağlamıştım. Sonra koymuştum götüne gitmişti. Çok acayip! Tasvir edilemeyecek gibi. İçimde kaldı bile diyemiyorum. İçimde insanlık belirtisi tek bir his kalmadı. Yaşadığımı gösteren tek belirti sigara içme isteği. Bir de sabahları spor yapıyorum. Şu maddi sorunlarım olmasa yeni ve daha ferah bir ev iyi gelebilirdi bir parça. O da boş ya, neyse..

O gün mailini okuduğumda işten hemen çıkıp O’na gittim bir kuvvet. Sadece şaşkın. Neye üzülmem gerektiğini bilemeden. En kötüsü ne olabilirdi diye düşündüm yolda. Ölümü olurdu. Toprağın altında elinin nasıl durduğunu düşünürdüm. Gözüne, burnuna ne olduğunu düşünürdüm. Çok acı çekerdim! Düşünürken bir an çektim de. Kalbim sıkıştı. Şimdi bu dünya denilen boşlukta vücudum bana yabancı. Son gece çok kokladı beni. İçine çeke çeke. Dokunuşu, sarılışı, kokusu bile kalmadı bende. Sanki gerçekten hiç varolmamış, hayallerimde yaşadığım ama en gerçek sevgilimmiş gibi..

Neden sana yazdığımı bilmiyorum. Belki de “boşver, daha iyilerine layıksın, artık önüne bak..” gibi zırva şeyler söylemeyeceğini bildiğim için. Artık değil O’na, herhangi bir insan evladına nasıl bir şeyler hissedebileceğimi, ne kadar sığ ve yüzeysel olacağını anlayabileceğin için.

Bana kendinden bahset. Uzun uzun.. biliyorum ki ufaklık çok vaktini alıyordur. Güzel şeylere bakmak istiyorum yine. Umutlu şeylere..

kurbağaya dönüşen sahte prensler


Kurbağaya Dönüşen Sahte PrenslerBilirsiniz.. hani şu prensesin öpmesiyle prense dönüşen kurbağanın hikayesini.. Günümüz ilişkilerinde ise durum bunun tam tersi. Kendini öptürmek için yanıp tutuşan, taklalar atan prens görünümlü beyler, prensesin öpmeye karar vermesiyle birden maskelerini bırakıp “ama ben hayatımı özgür bir kurbağa olarak yaşadım! Şimdi prens olmaya gerçek bir prens hayatı yaşamaya, yanımda nazlı bir prensesle ömrümü geçirmeye hazır değilim ki!” deyip, hali hazırda filmi de yapılmış olan ve bu filmden yola çıkarak “ıssız adam sendromu” diye çok yakışıklı bir şekilde adlandırabileceğimiz hastalığa tutuluyorlar. Nerden çıktı bu hastalık? Kaç seneden beri var? Anne-babalarımızın, hatta ablalarımızın döneminde neden yoktu? Kolay iletişimler, herşeylere kolayca sahip olmalar, yine kapitalizm canavarının üstüne mi atalım suçu? Yoksa kendiyle sevgilisi arasında sıkışıp kaldığını düşünen(!!), ancak bunu nedense en az bir yıl gibi uzuuun bir süre geçtikten sonra düşünmeye başlayan ya da düşünmeye başladığını açığa vuran pek sevgili şehir beyefendilerine mi? Ne umuyorlar ki bir ilişki yaşamaya başlarken? Ya da nereden sonra baskı yemeye başlıyorlar? Bir kişiyle beraber olma, yani ilişki yürütmek neden yük gibi geliyor? Ne zaman başlıyor bu yükler? Hanım efendiler bu hastalıklı beyleri nasıl tanıyıp, nasıl koruyacaklar kendilerini? Nasıl uzak duracaklar? Tanıştıkları andan itibaren “bak bir yıl sonra sakın bana -seninle ilgili değil, tamamen benim iç dünyamla ilgili, kendimi ikimizin arasında sıkışmış gibi hissediyorum.. sana layık olacak kadar iyi değilim- gibi cümleler sarfederek daaaaannnn diye işin içine etmeyeceksen başlayalım” gibi bir sözleşme mi yapmak lazım? Anneannemin dediği gibi: Kavun değil ki dibini koklayasın! Hayatın küçükken okuduğumuz masallar gibi yürümediğini öğrendik. Ama tam da tersi olmasın be kardeşim! Biz hanımlarda da var tabii hatalar. Gaz bulutu gibiyiz.. yalnızken özgürce sere serpe yayılıp, ilişkiye girince yanındaki adamın kalıbının şeklini alan biziz. Ama öte yandan aşk böyle bir şey değil mi? Tango işte.. aşkın ve tutkunun dansı denir. Hep erkek yönlendirir, duruma şekil verir.. kadın sadece uyum sağlar. Uyum sağlaya sağlaya bir müddet sonra özgür gaz bulutu hali özlenir olur kadının.. falan filan.. Anneler kızlarına, babalar oğullarına bu illet hastalıktan korunma yollarını anlatsınlar. Zira bayanlar olarak artık bu konuda HAKLI değil, MUTLU olmak istiyoruz!