Sayfalar

28 Mart 2011 Pazartesi

hobimolmasaoluyorum.com

bizim kuşaktan pek çoğumuzun 'hobi' kelimesiyle ilk tanışıklığı ilkokul yıllarına dayanır. 'anket defteri' olarak bilinen ve üzerinde beş on genel sorunun olduğu her 2 sayfa bir kişiye aittir. Adın ne, doğum tarihin ne, -misal- Burcu'yu nerden tanıyorsun, o'nu seviyor musun, ama o seni seviyor ki sana bu sayfayı ayırmış (!) gibisinden sorular. Bunlardan biri de 'hobileriniz nelerdir?' sorusuydu. Ve bizim kuşak bu vesileyle 'hobi' kelimesiyle tanışmış oldu. benim bir anket defterim olmadı ama bana uzatılanlara da hayır demiyordum galiba. oradaki üç beş soruya cevap verirken 'bu defter elden ele dolanıyor. ona göre yanıtlayayım bari' gibi kendime ambargolar koyduğumu da hatırlıyorum. bir de şimdi geldiğim noktaya bak. hey gibi be! hiç bitmeyecekmiş gibi gelen ilkokul yıllarım boyunca diğer sayfaları karıştırıp kopya çekiyordum bu soruyu cevaplamak için.

şimdiki ortalama standartlara sahip ailelerin çocuklarına bakıyorum. çocukların kendileriyle başbaşa kalma olasılığı sıfır. okul, dersane, ingilizce kursu, aman illaki bir enstruman çalsın kursu, illaki bir sporun ucundan tutsun kursu, olmadı tiyatro kursu. bu liste böööyle uzayıp gidiyor. çocuklar etkinlik manyağı olmuş durumda. hiçbir etkinliğin olmadığı bir gün olsa çocuk ne yapacağını bilemeyecek, o derece. bu çocukların sosyal çevrelerini aktivite kurslarından peydahlamalarını ileriki zamanlarda ömrüm yeterse anlayacağım.

bunları neden düşünüyorum. birkaç seneden beri İstanbul tango camiasının içindeyim. dans ile ilgili ilgimi çeken etkinliklere katılırım ancak oradan tanıdığım insanlarla başka etkinliklere katılmayı pek tercih etmem. zira bu insanların pek çoğu hobisiyle mutlu olmakla yetinmeyip bundan sosyal olarak da beslenmek isteyen kişiler oluyor. adam kursa yeni başlamış, dans gereği eli yüzü düzgün birkaç hatunun mahrem mesafesine girebilince sapıtıyor. (adam kelimesi lafın gelişi kullanıldı. benzer modelde kadınlar da mevcut) her gece ayrı bir dans aktivitesinde. sadece birkaç arkadaşı olan birinin bile herhangi bir aktivitede haftanın 4 5 günü faaliyet göstermesi demek, mevcut arkadaşlarından da kopması demek olur.

bugünki aktivite manyağı olmuş çocukların yarın yetişkinliklerinde arkadaşlarının olmamasını, olması için ortada ortak bir faaliyetin olmasını anlayacağım ama mevcut sosyal hayatını sıfırlayıp belki birilerini düşürürüm düşüncesiyle haftanın 5 gününü aktiviteye ayıran bu zamane yetişkini arkadaşları hiç anlamıyorum.

24 Mart 2011 Perşembe

ceketten dönenin neresi kırılsın?

çok üşüyen bir insan olduğum için soğuktan sıcağa geçişte zorluk çekerim. hep en son çizmeden ayakkabıya, muz çoraptan ince çoraba, gocuktan cekete, yorgandan pikeye geçenler arasında yer alırım. bu sene bir değişiklik yapayım dedim. bir hafta kadar önce şehrimizi ziyaret eden yalancı bahara büyük bir saflıkla aldanıp gocuktan deri cekete geçişi yaptım. yapış o yapış, dötüm donsa da 1 haftadır deri çeketten başka birşey giyemiyorum. baharın henüz gelmediğine inanmak istemeyen bilincimle dona dona geziyorum ortalarda. her sabah dolabın başında 10dk düşünüyorum. elim gocuğa gidiyor, sonra ceketlere yanaşıyor. gocuğa gidiyor sonra yine ceketlere yanaşıyor. en son bir deri ceket kapıp gözüme kadar kaşkoldur, şaldır ne varsa doluyorum ama tabii para etmiyor. konuyu gurur meselesi yaptım kendi içimde. dersin ki terkettiğim sevgilime dönmek için dötüm dötüm cesaret toplamaya çalışıyorum. off sahici bahar gel artık!

11 Mart 2011 Cuma

İstanbul Modern Sanat Müzesi Gezisi

uzun sayılabilecek bir aradan sonra tekrar yazmaya başlamak için bloglara erişimin mümkün olmadığı bir dönemi bilinçli olarak tercih etmedim tabii. ancak hazır gazım gelmişken ve hala bloguma ulaşılabiliyorken aylardır ertelediğim İstanbul Modern Sanat Müzesi postumu yazayım dedim. Şimdi üstüne küçük notlar aldığım biletin tarihine baktım da 30 Ocak'ta gitmişim.
işlerini beğendiğim top 3 listemi açıklıyorum:
1- İrfan Önürmen: işlerini fotoğraflamak İrfan Önürmen'e yapılmış en büyük haksızlık olmuş. ben kendisinin yerinde olsaydım çalışmalarımı digital ortama koyma konusunda ısrar etmezdim. tablolarının üstünü kat kat ve değişik dokularda tüllerle kaplayarak gerçeğe yakın bir 3. boyut algısı uyandırıyor. tarifi namümkün! görülmesi lazım.

2- Taner Ceylan: işlerinin pek çoğu gay cinselliğine dayandığı için ayrı, fotoğraf çekip fotoğrafta gördüğünü bire bir uyguladığı için ayrı eleştiriliyor. sanat eleştirmenlerine gıcığım. düşünsenize "ne işle meşgülsünüz?" "sanat eleştirmeniyim, sinema eleştirmeniyim" hiç birşey yapmadan sadece eleştirmek bir meslek midir? ancak kolay ve keyiflidir eminim.
tüm bunları bir tarafa bırakırsak ben İstanbul Modern'de gördüğüm işine ilk baktığımda "sonunda bunu da yaptılar ya" dediğimi hatırlıyorum. gördüğüm tablonun adını hatırlamıyorum. hatta -aradan zaman geçti- tabloyu bile tam hatırlamıyorum ancak bendeki hissini hatırlıyorum. Fotoğrafçıların sıkça kullandığı bir teknik. tekniğin adını bilmiyorum. hani hareket halinde olan bir cismin hareketini takip edebildiğimiz bulanık görüntü. bu teknikle çekilmiş bir portre fotoğrafı kadar kusursuzdu tablo. ben eleştirmenlerin yerdiği bire bir fotoğraf aktarımına bayıldım. benden armağan çağlayan olmaz! tabloyu çok aradım ancak bulamadım. zaten bulup koysam da fotoğraf sanırdınız.

bulunduğu koridorun köşesinden döner dönmez bu tabloya takıldı gözüm. ne kadar gerçek durduğu konusunda en ufak bir fikir veremez yukarıdaki fotoğrafı. yakınlaştıkça keskin renk ayrımlarından üzerinde bir şekilde çalışılmış bir fotoğrafla yapıldığını düşünmeye başladım. tam önüne geldiğimde ise gördüklerim beni şaşırttı. bunca yıl kaneviçe işlemekten başka sanatsal bir aktivitesi olmayan atalarımızın torunları olarak biz yapabilirdik bunu ancak. çekilmiş bir fotoğrafın kumaş parçalarını boyayıp tuvale dikilmesiyle yaratmış tablolarını. benim "bizimkiler yeni bir teknik bulmuşlar,  negzel!" şeklindeki sevincim de google ı açana kadar sürdü.
bu sanatçımızın, sanatın beyaz ırk sanatçıları için yapılmadığını savunduğu böcek projesi diye bir projesi varmış. bunu da sonrasında okumasam işlerinden hayatta anlamazdım.

5 Mart 2011 Cumartesi

male machine

bir süredir internet üzerinden kırıştırdığım bir adamla tatil planı yapıyoruz. ben sürekli araştırma halindeyim. nerde kalalım, nerde yemek yiyelim, civarda nereleri gezelim... planlar planlar. her önerim de kendisi tarafından kabul görüyor. üst üste bütün önerilerimi kabul ettiği ve kendisi de yeni birşeyler önermediği için son iletişimimizde artık "bu sorulara cevap ver ve sen de lütfen fikrini söyle" gibi birşey söyledim. kendisi yine önerilerimi uygun bulup şöyle bir ekleme yapmış "rahat bi ikiz yatağı olsun yeter"

bu cümle daha önce biryerlerde okuduğum ya da izlediğim aşağıdakine benzer bir fotoğrafı getirdi gözümün önüne.

female machine

yukarıda görmüş olduğunuz alet bir kadın. istediğiniz verimi alabilmek için bir sürü ayar yapmanız gerekir. altı kuru keyfi yerinde olacak, eşref saatinde olacak, iltifatlarla ruhu yeterince okşanmış olacak ama boku da çıkartılmayacak. çok sıkılmayacak. çok da kendi haline bırakılmayacak. bla bla bla...


male machine
bu alet ise bir erkek. tek düğmesi var. basıyorsun çalışıyor.