Sayfalar

22 Haziran 2011 Çarşamba

biz bizden geçtik artık. sizi ararken kendimizi kaybettik. ruhumuza el fatiha!

genç bir şehir kadını olarak etrafımızdaki adamların tamamının 'defolu' olduğunu kabul etmem yıllarımı aldı. hep bir umut, hep bir umut. eğer kabul ettiğimi söylersem, evrene bu yönde msj göndereceğimi ve yukardan bakıp 'peki madem olmadığına inanıyorsun, ben de sizi karşılaştırmayacağım. sen de bu hepsi birbirinden arızalı adamların arasında kuruyup yok olacaksın' diyerek kalleş kahkahalar atacağını düşündüğüm için, sikik bir pollyanna edasıyla yıllarca 'benim hala umudum var' şarkısını söyleyip durdum. sonuç ne oldu? uma uma döndük sarı muma!

bireysel olarak evrenle yaşadığım kendi içimdeki bu savaş dışında, dışımdaki adamlarla da savaştım. iç dünyasında kaybolmuş, kendini 'kendine has acıları olan nadide bir insan' zanneden bu kişilerin herbirine yalnız olmadıklarını, etraftaki adamların tamamının kendini bu şekil hissettiğini, birbirleriyle konuşmadıkları için kendilerini tek hissettiklerini ve hatta en sonunda film profesörü Çağan tarafından da etiketlendiklerini anlattım, anlattım, anlattım. pek çoğunun dalgalar halinde ilk şoku atlattığını düşünüyorum. misal: 'x yıldır hayatımda biri yok' 'kadınlarla olan pratiğimi kaybettim' 'o kadar uzun zamandır yalnızım ki sana nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum' bla bla bla...


neslimizin adamları dibe vurdu. şimdi onlar için yükseliş zamanı! ben yükselişe geçtiklerini düşünüyorum şahsen. biz n'oolduk peki? sıçtığımın hormonları yüzünden hep anaç, hep kabullenen, hep pışpışlayan, hep umutla deneyen kelebeklerdik. kanatlarımız kırıldı, döndük tırtıla. hiçbirşey için heyecan duyamayan duygusuz tırtıllar olarak ne sağlıklı çocuk çıkar bizden artık(bknz. etraf) ne de kimseye gelir hayır.

temsili kadın ve erkek fotisi. uyar mı?
az önce bir hemcinsim telefonda şöyle dedi: 'kesicem sonunda hepsinin şeyini!'. bunu hissettiğim zamanlar olmuştu. sonra o sinir de geçiyor, yaşamın sıkıcılığını kabullenip yürüyorsun. kuruyorsun.

o değil de, bizde pil bitti.

13 Haziran 2011 Pazartesi

icraatın içinden

Fasateen sanırım İran asıllı bir grup. ben böyle etnik tatları seviyorum biliyorsunuz. sıkıcı hayatımı okurken biraz eğlenin dedim. :p
bir toplantı, bir iş yemeği, bir parti. cuma günü ve gecesi için planım buydu. özendim bezendim kendime. genelde böyle plan yapınca hiç birşey yolunda gitmez. ya beraber takılacağın tipler yan çizer, ya bir takım aksilikler olur. bu sefer olmadı. sıkıcı toplantımız ve sonrasındaki vıcık vıcık iş yemeğimizin ardından supper club'taki Andy Warhol partisine gittik. güya Andy'nin Factory'sini canlandırmayı amaçlıyorlarmış. yerim öyle Factory'i. içerde mezuniyet balosundan çıkmış pamuk prenses kostümlü kızlardan, bıyıklı amcalara varacak kadar geniş bir katılımcı yelpazesi vardı. zaten gençlik yıllarımın geçtiği crystal'ı o şekil görünce bir dumur oldum. içerdeki kalabalık da üstüne tuzu biberi oldu. yahu öyle bir hale getirdiler ki, özelliği olan bir yer bırakmadılar. herkes herşeyi dinler, her mekanda bulunur oldu. 'kroyum ama para bende' mottosu maşallah çatır çatır fethetti İstanbul'umuzu!
neyse ki bu kez o kadar kafası güzel bir kalabalık gruptuk ki, etrafla ilgilenmeye fazla fırsat kalmadı. bir takım çiftleşmeler de gerçekleşince, keyiflere kes!
eski günleri yad edercesine gün ağırırken kuruçeşme parkı'na gidip çimenlere serildik. güneşi doğurduk. güldük, eğledik.
ee? sonra? sonrası yok. aşk yoksa gerisinin de bir önemi yok. son zamanlarda en sık duyduğum cümle 'magnet, bir dene bu adamı. bak belli bir yaştan sonra öyle ilk görüşte aşklar falan olmuyor'
iyi de ben hayatımda bir kere bile ilk görüşte kimseye aşık olmadım ki! tek denemediğim yol bu kalmıştı. bunu denemek için de geç kaldım herhalde.
başa dönersek, ne sıkıcı bir hayatım var, değil mi?