Sayfalar

25 Temmuz 2011 Pazartesi

karanlığa dönmek

aslında yazmak ya da konuşmak istiyorum. ama kendime sorularım artacağı için belki de vazgeçip yürüyorum. insanlar ölüyor, öldürülüyor, borsada kötü şeyler oluyor, birileri içimize işlerin ve ülkenin iyiye gitmeyeceği tohumlarını ekiyor. biz de kaygılarımızla suluyoruz bu tohumları. başımıza gelen kötü şeyleri hatırlayıp, önlemler almaya çalışıyoruz hayata karşı. neden? daha az üzülelim diye. işe yarıyor mu? gerçekten bilmiyorum.

hiç güzel şey olmuyor mu? bazen. güzel insanlar tanıyorum. usulca hayatıma giriyorlar. sabah lokum gibi uyuyan sokak kedisini görünce mutlu oluyorum. işte boş kalmayınca oyalanıyor, günü daha çabuk geçiriyorum. uzun zamandır görmediğim insanları arayıp 'ver elini diyorum, hadi gel barışalım' kimi geliyor, kimi gurur perdesinin ardından bik bik yapıyor. gelene alışıyorum, sonra yatağın sol yanı boş uyanıyorum. akşam eve gidip her zamanki gibi karanlığıma, sessizliğime dönmek istiyorum.

"Back To Black"
He left no time to regret

Kept his dick wet

With his same old safe bet

Me and my head high

And my tears dry

Get on without my guy

You went back to what you knew

So far removed from all that we went through

And I tread a troubled track

My odds are stacked

I'll go back to black



We only said good-bye with words

I died a hundred times

You go back to her

And I go back to.....



I go back to us



I love you much

It's not enough

You love blow and I love puff

And life is like a pipe

And I'm a tiny penny rolling up the walls inside



We only said goodbye with words

I died a hundred times

You go back to her

And I go back to



Black, black, black, black, black, black, black,

I go back to

I go back to



We only said good-bye with words

I died a hundred times

You go back to her

And I go back to



We only said good-bye with words

I died a hundred times

You go back to her

And I go back to black



bu kadar sevebilen insan güzel insandır. çok güzel bir ruh halinde kapatmıştır gözlerini umarım. zaten daha da ne yaşayacak ki? bak biz giden sevgilinin ardından hala back to black dinliyoruz. başka da kayda değer birşey yok bu tarafta.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

It's not a beer belly. yes, I am a pregnant!

biraz heyecan olsun, vay 'magnet hamile mi!' etkisi yaratsın diye böyle bir başlık çakayım dedim. heyecan yapmayın. hamile değilim. ama hamilelik heyecanlı bir konu, di mi? içinde kımıl kımıl birşeyin büyüdüğünü hissetmek falan. yavrusunu yalayan kedi gördüğü zaman bile hislenen bir insan olarak hamileliğin ne olduğunu bilmesem de hamile hatunların heyecanını, senin konuyla alakan olmasa bile sürekli bebelerden konuşarak kafa sikmelerini, duygusal iniş-çıkışlar yaşamalarını falan bir yere kadar anlayabiliyorum. nihayetinde hormonların istila ettiği bir dönem. aylarca regl kafası yaşamak gibi falandır diye düşünüyorum. buraya kadar okeyiz.  
bir sürü mutsuz aşk hikayesinin ardından nihayet biriyle nikahı basıp, bir de çocuk peydahlamışsın. kocan çalışıp kazanıyor, sen de karın büyütüyorsun. epey konforlu bir hayat. ama sıkıcı. pek çok sosyal aktiviteye katılamamak, içememek, dağıtamamak, serserilik yapamamak, tüm bunların neticesinde ortamlardan kopmak vs vs. neyse hadi ucunda bir amaç var, katlanıyorsun. ama hergün niye oraya buraya karnını alttan tutarak ve aynı sahte gülümseme ile pozlar koyuyorsun? Bir kere bana karnı o şekil alttan tutmak, kukuyu tutup poz vermek kadar ayıp geliyor. tutmayınca düşüyor mu? ağırlık yapıp rahatsız mı ediyor? yoksa tahmin ettiğim gibi 'baksana, karnım şu kadar daha büyüdü' mesajı mı verilmek isteniyor? eğer öyleyse bence çok çiğ bir davranış.

erkekler bile daha üstten tutuyor bak!


18 Temmuz 2011 Pazartesi

kalabalığa ağlamak

Bu huyumu bu yıl şampiyonluk günü farkettim. kalabalık bende ağlama yapıyor. konunun ne ile ilgili olduğu önemli değil. Fenerbahçe'nin şampiyonluk kutlaması olur, bir nikah olur, düğün olur, konser olur, cenaze olur.. olur da olur. kalabalık olması yeterli.

ama ağlamam için illa ki kalabalığa gerek yok.

22 Haziran 2011 Çarşamba

biz bizden geçtik artık. sizi ararken kendimizi kaybettik. ruhumuza el fatiha!

genç bir şehir kadını olarak etrafımızdaki adamların tamamının 'defolu' olduğunu kabul etmem yıllarımı aldı. hep bir umut, hep bir umut. eğer kabul ettiğimi söylersem, evrene bu yönde msj göndereceğimi ve yukardan bakıp 'peki madem olmadığına inanıyorsun, ben de sizi karşılaştırmayacağım. sen de bu hepsi birbirinden arızalı adamların arasında kuruyup yok olacaksın' diyerek kalleş kahkahalar atacağını düşündüğüm için, sikik bir pollyanna edasıyla yıllarca 'benim hala umudum var' şarkısını söyleyip durdum. sonuç ne oldu? uma uma döndük sarı muma!

bireysel olarak evrenle yaşadığım kendi içimdeki bu savaş dışında, dışımdaki adamlarla da savaştım. iç dünyasında kaybolmuş, kendini 'kendine has acıları olan nadide bir insan' zanneden bu kişilerin herbirine yalnız olmadıklarını, etraftaki adamların tamamının kendini bu şekil hissettiğini, birbirleriyle konuşmadıkları için kendilerini tek hissettiklerini ve hatta en sonunda film profesörü Çağan tarafından da etiketlendiklerini anlattım, anlattım, anlattım. pek çoğunun dalgalar halinde ilk şoku atlattığını düşünüyorum. misal: 'x yıldır hayatımda biri yok' 'kadınlarla olan pratiğimi kaybettim' 'o kadar uzun zamandır yalnızım ki sana nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum' bla bla bla...


neslimizin adamları dibe vurdu. şimdi onlar için yükseliş zamanı! ben yükselişe geçtiklerini düşünüyorum şahsen. biz n'oolduk peki? sıçtığımın hormonları yüzünden hep anaç, hep kabullenen, hep pışpışlayan, hep umutla deneyen kelebeklerdik. kanatlarımız kırıldı, döndük tırtıla. hiçbirşey için heyecan duyamayan duygusuz tırtıllar olarak ne sağlıklı çocuk çıkar bizden artık(bknz. etraf) ne de kimseye gelir hayır.

temsili kadın ve erkek fotisi. uyar mı?
az önce bir hemcinsim telefonda şöyle dedi: 'kesicem sonunda hepsinin şeyini!'. bunu hissettiğim zamanlar olmuştu. sonra o sinir de geçiyor, yaşamın sıkıcılığını kabullenip yürüyorsun. kuruyorsun.

o değil de, bizde pil bitti.

13 Haziran 2011 Pazartesi

icraatın içinden

Fasateen sanırım İran asıllı bir grup. ben böyle etnik tatları seviyorum biliyorsunuz. sıkıcı hayatımı okurken biraz eğlenin dedim. :p
bir toplantı, bir iş yemeği, bir parti. cuma günü ve gecesi için planım buydu. özendim bezendim kendime. genelde böyle plan yapınca hiç birşey yolunda gitmez. ya beraber takılacağın tipler yan çizer, ya bir takım aksilikler olur. bu sefer olmadı. sıkıcı toplantımız ve sonrasındaki vıcık vıcık iş yemeğimizin ardından supper club'taki Andy Warhol partisine gittik. güya Andy'nin Factory'sini canlandırmayı amaçlıyorlarmış. yerim öyle Factory'i. içerde mezuniyet balosundan çıkmış pamuk prenses kostümlü kızlardan, bıyıklı amcalara varacak kadar geniş bir katılımcı yelpazesi vardı. zaten gençlik yıllarımın geçtiği crystal'ı o şekil görünce bir dumur oldum. içerdeki kalabalık da üstüne tuzu biberi oldu. yahu öyle bir hale getirdiler ki, özelliği olan bir yer bırakmadılar. herkes herşeyi dinler, her mekanda bulunur oldu. 'kroyum ama para bende' mottosu maşallah çatır çatır fethetti İstanbul'umuzu!
neyse ki bu kez o kadar kafası güzel bir kalabalık gruptuk ki, etrafla ilgilenmeye fazla fırsat kalmadı. bir takım çiftleşmeler de gerçekleşince, keyiflere kes!
eski günleri yad edercesine gün ağırırken kuruçeşme parkı'na gidip çimenlere serildik. güneşi doğurduk. güldük, eğledik.
ee? sonra? sonrası yok. aşk yoksa gerisinin de bir önemi yok. son zamanlarda en sık duyduğum cümle 'magnet, bir dene bu adamı. bak belli bir yaştan sonra öyle ilk görüşte aşklar falan olmuyor'
iyi de ben hayatımda bir kere bile ilk görüşte kimseye aşık olmadım ki! tek denemediğim yol bu kalmıştı. bunu denemek için de geç kaldım herhalde.
başa dönersek, ne sıkıcı bir hayatım var, değil mi?

30 Mayıs 2011 Pazartesi

kız kafası

çok yakın bir arkadaşımla (bilen bilir arkalim) beş altı aydır küsüz. yok şimdi saydım, tam yedi ay olmuş. sıkça rüyalarıma giriyor ve arada kendimi kafamda onunla konuşurken yakalıyorum. konuşmak şart. ama konuşmanın nasıl akacağını tahmin ettiğim ve kimseyle tartışmak istemediğim için bunu sürekli erteliyorum. kızların küsünce barışması ne zor şey yahu! bu konuda erkeklere hep imrenmişimdir. çok büyük mevzular da olsa bir süre görüşmez, sonra bir araya geldiklerinde ya da karşılaştıklarında dialog şu olur:
- n'aber abi?
-iyidir abi. senden n'aber?
- iyi iyi.
......
kaldıkları yerden hayatlarına devam ederler. erkeklerin en kıskandığım özelliklerinden biridir bu.
kafa bulamadığım için bacak koydum. idare edin...

28 Mayıs 2011 Cumartesi

ben sarhojum. bana bu şekil muamele edebilirsiniz

zor zamanlar geçiren bir arkadaşım bir süredir bende kalıyor. alanımız dar olsa da iki kişi yaşamayı özlemişim. eve geldiğimde yemeğin genelde hazır olması, her yerin pırıl olması, evde laflayacak kafa birinin olması epey konforluymuş ve ben tüm bunları unutmuşum.
ancak bu sahsı muhterem kafası bozuk ve alkole azıcık düşkünce biri olunca işler karışabiliyor. bazı günler eve gittiğimde dut gibi bulabiliyorum kendisini. sarhoş insana nasıl muamele edileceğini bilirim. babam sağ olsun, çocukluktan beri antremanlıyız. yanınızda her an sarhoş olabilecek biri varken ne içerseniz için hep ayık kalırsınız. sorumluluk duygusu sarhoş olmanıza mani olur. geçen gün bir değişiklik yapıp rolümü değiştirdim. ne olacağını düşünmeden ben bıraktım kendimi. e biraz da fazla kaçırmışım üzerinize afiyet. hatunun bana ertesi sabah söylediği lafı aynen yazıyorum: "ya magnet, ben biraz içeyim, kafayı dağıtayım diyordum, sen o kadar çok sarhoştun ki ben ayıldım!"
sonuç: deli deliyi görünce sopasını saklar misali, sarhoş sarhoşu görünce ayılıyor. her türlü sorumluluktan sıkılmış bendeniz bu sorumluluktan da istifa etmek için elimden geldiğince rahat davranmaya çalışacağımdır.

5 Mayıs 2011 Perşembe

bir klasik olarak Hıdırellez duamız


Sevdiğim kim varsa, kendim de dahil, sevebileceğim herkes de dahil...

Sağlığı iyi olsun.

Kalbi ritmini çalsın. Yanakları kiraz pembesi, dudakları bal olsun. Teni sıcak kalsın, enerjisi dışına taşsın. Ciğerlerinden nefes, midesinden gurultu, bacaklarından güç eksik olmasın....

Kanı bol olsun, damarlarında dönüp dönüp dolaşsın.

Sevdikleriyle birarada olsun. Kolu kollarına değsin, gözü gözlerinin içine baksın. Lafları birbiriyle başlasın. Nesi varsa, bölüşücek biri olsun; nesi yoksa, bulup getiricek biri olsun.

Bu birileri az ama öz olsun. Bazıları dünyada tek olsun. Sevgisinin tamamını harcasın. Harcasın ki, ona büyük bir miras kalsın.

Sevmekten bıkıp usanmayacağı biri olsun. Onun yeri ayrı olsun. Onu soysun, başucuna koysun ama yalan uydurmasın. O herşeyine, her haline tek tanık olsun. Bir hareketiyle güldüren, bir hareketiyle ağlatan olsun. Duyguların hepsi onda olsun. Kalbi buna teslim olsun. Bütün şarkılar onu anlatsın. Aşık olsun, sırılsıklam olsun. Kurumasın.

Yapmaktan bıkıp usanmayacağı bir işi olsun. Başarının gerçek adının bu olduğunu unutmasın. İbadet eder gibi, bu keşfini hergün yeniden kutlar gibi, onu yapıp dursun. Yaptıkça daha iyi yaptığını görsün. Daha iyi yaptıkça bunu başkaları da görsün. O başkalarının bunu gördüğünü, dış gözüyle görsün, iç gözüyle işine baksın.

Neşesi bol olsun.

Kendini mutlu etsin, durduk yere neşelenmek nedir bilsin. İçinde birşey durup durup zıplasın. Duydukları, gördükleri onu gıdıklasın, kahkaha attırsın. Gürültü çıkarsın. Saçma şeyler söylesin. Çocuklukta en şımardığı ana, sık sık gidip gelsin. Nereye gidip geldiği bilinmesin.

Değiştirmek istedikleri değişsin.

İçte ve dışta, iyi günde ve kötü günde tadilat yapsın. Eskilerini atsın, ruhunu havalandırsın. Kapıda hep kamyonu dursun. Dilediği yere taşınsın. Kendinden taşınmak isterse, içindeki güç, dışındaki sevgi ona yardımcı olsun. Bileği, bütün alışkanlıklarıyla, bağımlılıklarıyla güreşsin.

Birşey ona sürpriz olsun. Günlerinden birgünü, bir pakete sarılı olsun. Açılınca, içinden hiç beklemediği güzel bir haber çıksın. Bu gün üçyüzaltmışbeş'ten herhangi biri olsun. Öylesine bir pazartesi, arkaya kavuşturduğu ellerinde, unutulmaz bir salı saklasın. Öyle tahmini mümkün olmayan birşey olsun ki bu, hayatın zekasını anlatsın.

Bir hayali gerçek olsun. Bir hayale gözünü yumsun. Peşinden koşup, onu sobelesin. Hayalini kendinden saklamasın. Bir çizgi filmde olduğunu, herşeyin mümkün olduğunu unutmasın.

Bu duayı okusun. Kendi sesiyle duysun. Duası gerçek olsun.

Her kelimesine şükretsin. Tek satırına nazar değmesin. Amin.

26 Nisan 2011 Salı

can you help me to see, is there an end to the sorrow

bir kadın klasiği olarak falcıya gittim. kızlar zorladı gibi zırvalıklara girmeyeceğim. istedim gittim bildiğin. biraz tırsarım aslında bu muhabbetlerden. bir şekil üstüme negatif bir enerjisi ini cini bulaşırsa diye. neyse korkunç bir tip değildi. normal bir kadın. "bana harftir isimdir geçmiştir söyleme" dedim. "direk konuya gir. halim nice olacak?" herkese 30dk. civarı bakan kadın bu ayrıntıları atınca olsa gerek bana 15dk. kadar konuşabildi. Terazi burcu olduğumu söylediğime de pişman oldum. at bunun yarısını da sen dengesizsin, kararsızsın, ne istediğini bilmiyorsunlara.  geriye kalan 7,5 dakikanın 2,5 dakikası da gelen geçene selam vermek ve öpüşmekle geçmişse, kaldı benim koskoca geleceğime 5 dk!
sonuç-1) 2011'in sonuna kadar vereceğim tüm kararlar yerinde olacakmış ve herşey benim isteğime bağlıymış. (bi' karar verebilsem!)
sonuç-2) yaşadıklarımı kimseye anlatmamam gerekiyormuş. aldığım şey hayrını göremeden elimde parçalanıyormuş.
karar: blogu kapatıyorum.

20 Nisan 2011 Çarşamba

kaş tatili kış tatili gönül isterdi yaz tatili

Koşullar yüzünden aylar öncesinden planlanlamak zorunda kaldığımız tatilimizin bekleme süresi uzun olunca bir heyecanlandık, bir kaybettik, sonra yine bulduk heyecanımızı. Nihayetinde aylardır internet üzerinden süren iletişim Kaş’tan geçen bir tatilde yolları birleştirdi. Yolu sevgiden geçen herkesle birgün bir yerde ... şaka şaka! Bu sefer donanımlı gittiğim için bolca foti çekme imkanı buldum. Şimdi bir fotoroman tadında psikolojileri ve tatili özetlemeye çalışacağım.
ilk hedefiniz Akdeniz'dir. ileriiii!
Biraz annemin tokatlamaları, biraz benim rutine oturmuş “artık aşık olamayacak mıyım” mızmızlanmalarımla “gel” dedim geldi esas oğlan. Geldi de ne oldu diyeceksiniz. Genelde insanlar bu soruyu soruyor: “eee?” bir iletişimle ilgili yorumda bulunmak bir anlamda gidişatına yön vermek sayılır. Özellikle de çenemi tutamayıp kendisine buralardan bahsettiysem, şimdi memleketine gidince tüm bu hakkında yazılanları okuyup “hmmm” diyecek kendisi ve kırıntı kadar kalmış olan gizem perdemi de sıyırmış olacağım üzerimden.

Kayalıkların arasında bulduğumuz bu aşk tapınağı beni benden aldı.
Benim için sohbet edilebilen adam kıymetlidir. Hayata pozitif bakan adam kıymetlidir. Yolda insanlara gülümseyen, selam veren adam kıymetlidir. Hayatımı kısıtlamayan adam kıymetlidir. arada iniş-çıkışlar, birbirine sinir olmalar yaşansa da ağızda güzel bir tatil tadı kalmıştır ancak hiçbir duygu bırakıldığı yerde durmamaktadır ve ne kadar heyecan yaratmaya çalışsanız da kalbiniz ritmini vurmadıkça aşk olmamaktadır.

Patara. kumunun denizinin hastasıyız!
yeni bir hayat kurgulama kafalarında olan iki kişi olarak gezdiğimiz baktığımız yerlerdeki insanlarla bolca sohbet etme imkanı bulduk. Herkes bizim gibi şehir hayatından kaçıp atmış kendini oralara. çıkarttığımız sonuç küçük yerde zamanın çıldırtıcı derecede yavaş aktığı, kendini verebileceğin hobilerinin olması gerektiği, aksi halde tüm sosyalleşme çabalarının da "abi ne içtik akşam bea"nın ötesine geçemeyeceği oldu. kısacası kimse hayatından yüzde yüz memnun değil. köyde yaşayan da, şehirde yaşayan da, bekar olan da, çoluk çombaklı olan da. biz de döndük yine kürkçü dükkanlarımıza.

gelelim tavsiyelere...
Yolunuz o tarafa düşerse Bursa'dan göçmüş olan çiftin açtığı Deli Köfte'de pideli köfte yeyin.

Bi' lokma'da Banu'yu ve annesini bulup selamımı söyleyin.
şu manzaraya karşı taze meze ve rakı eşliğinde güneşi batırın.

giden var gidemeyen var düşüncesiyle yemek koymuyorum ama valla çok lezzetli yemekler. ahanda kanıtı.
Asmaaltı’nda Elif'i ya da Süleyman’ı nam-ı diğer akrabayı bulun. için, için, eğlenin. ama akrabanın shotlarına dikkat edin!
imkanınız varsa herşeyden önce güzel bir tatil partneri edinin diyerekten tatil yavukluma da  hakkını buradan vermek isterim.

2 gündür unutmuştum ne güzel. şimdi foti seçerken burda bilgisayar başındaki halim yine anlamsızlaştı birden. bir fotilere, bir acıyan kırmızı omuzlarıma bakıyorum. evet evet. o kız bendim!

28 Mart 2011 Pazartesi

hobimolmasaoluyorum.com

bizim kuşaktan pek çoğumuzun 'hobi' kelimesiyle ilk tanışıklığı ilkokul yıllarına dayanır. 'anket defteri' olarak bilinen ve üzerinde beş on genel sorunun olduğu her 2 sayfa bir kişiye aittir. Adın ne, doğum tarihin ne, -misal- Burcu'yu nerden tanıyorsun, o'nu seviyor musun, ama o seni seviyor ki sana bu sayfayı ayırmış (!) gibisinden sorular. Bunlardan biri de 'hobileriniz nelerdir?' sorusuydu. Ve bizim kuşak bu vesileyle 'hobi' kelimesiyle tanışmış oldu. benim bir anket defterim olmadı ama bana uzatılanlara da hayır demiyordum galiba. oradaki üç beş soruya cevap verirken 'bu defter elden ele dolanıyor. ona göre yanıtlayayım bari' gibi kendime ambargolar koyduğumu da hatırlıyorum. bir de şimdi geldiğim noktaya bak. hey gibi be! hiç bitmeyecekmiş gibi gelen ilkokul yıllarım boyunca diğer sayfaları karıştırıp kopya çekiyordum bu soruyu cevaplamak için.

şimdiki ortalama standartlara sahip ailelerin çocuklarına bakıyorum. çocukların kendileriyle başbaşa kalma olasılığı sıfır. okul, dersane, ingilizce kursu, aman illaki bir enstruman çalsın kursu, illaki bir sporun ucundan tutsun kursu, olmadı tiyatro kursu. bu liste böööyle uzayıp gidiyor. çocuklar etkinlik manyağı olmuş durumda. hiçbir etkinliğin olmadığı bir gün olsa çocuk ne yapacağını bilemeyecek, o derece. bu çocukların sosyal çevrelerini aktivite kurslarından peydahlamalarını ileriki zamanlarda ömrüm yeterse anlayacağım.

bunları neden düşünüyorum. birkaç seneden beri İstanbul tango camiasının içindeyim. dans ile ilgili ilgimi çeken etkinliklere katılırım ancak oradan tanıdığım insanlarla başka etkinliklere katılmayı pek tercih etmem. zira bu insanların pek çoğu hobisiyle mutlu olmakla yetinmeyip bundan sosyal olarak da beslenmek isteyen kişiler oluyor. adam kursa yeni başlamış, dans gereği eli yüzü düzgün birkaç hatunun mahrem mesafesine girebilince sapıtıyor. (adam kelimesi lafın gelişi kullanıldı. benzer modelde kadınlar da mevcut) her gece ayrı bir dans aktivitesinde. sadece birkaç arkadaşı olan birinin bile herhangi bir aktivitede haftanın 4 5 günü faaliyet göstermesi demek, mevcut arkadaşlarından da kopması demek olur.

bugünki aktivite manyağı olmuş çocukların yarın yetişkinliklerinde arkadaşlarının olmamasını, olması için ortada ortak bir faaliyetin olmasını anlayacağım ama mevcut sosyal hayatını sıfırlayıp belki birilerini düşürürüm düşüncesiyle haftanın 5 gününü aktiviteye ayıran bu zamane yetişkini arkadaşları hiç anlamıyorum.

24 Mart 2011 Perşembe

ceketten dönenin neresi kırılsın?

çok üşüyen bir insan olduğum için soğuktan sıcağa geçişte zorluk çekerim. hep en son çizmeden ayakkabıya, muz çoraptan ince çoraba, gocuktan cekete, yorgandan pikeye geçenler arasında yer alırım. bu sene bir değişiklik yapayım dedim. bir hafta kadar önce şehrimizi ziyaret eden yalancı bahara büyük bir saflıkla aldanıp gocuktan deri cekete geçişi yaptım. yapış o yapış, dötüm donsa da 1 haftadır deri çeketten başka birşey giyemiyorum. baharın henüz gelmediğine inanmak istemeyen bilincimle dona dona geziyorum ortalarda. her sabah dolabın başında 10dk düşünüyorum. elim gocuğa gidiyor, sonra ceketlere yanaşıyor. gocuğa gidiyor sonra yine ceketlere yanaşıyor. en son bir deri ceket kapıp gözüme kadar kaşkoldur, şaldır ne varsa doluyorum ama tabii para etmiyor. konuyu gurur meselesi yaptım kendi içimde. dersin ki terkettiğim sevgilime dönmek için dötüm dötüm cesaret toplamaya çalışıyorum. off sahici bahar gel artık!

11 Mart 2011 Cuma

İstanbul Modern Sanat Müzesi Gezisi

uzun sayılabilecek bir aradan sonra tekrar yazmaya başlamak için bloglara erişimin mümkün olmadığı bir dönemi bilinçli olarak tercih etmedim tabii. ancak hazır gazım gelmişken ve hala bloguma ulaşılabiliyorken aylardır ertelediğim İstanbul Modern Sanat Müzesi postumu yazayım dedim. Şimdi üstüne küçük notlar aldığım biletin tarihine baktım da 30 Ocak'ta gitmişim.
işlerini beğendiğim top 3 listemi açıklıyorum:
1- İrfan Önürmen: işlerini fotoğraflamak İrfan Önürmen'e yapılmış en büyük haksızlık olmuş. ben kendisinin yerinde olsaydım çalışmalarımı digital ortama koyma konusunda ısrar etmezdim. tablolarının üstünü kat kat ve değişik dokularda tüllerle kaplayarak gerçeğe yakın bir 3. boyut algısı uyandırıyor. tarifi namümkün! görülmesi lazım.

2- Taner Ceylan: işlerinin pek çoğu gay cinselliğine dayandığı için ayrı, fotoğraf çekip fotoğrafta gördüğünü bire bir uyguladığı için ayrı eleştiriliyor. sanat eleştirmenlerine gıcığım. düşünsenize "ne işle meşgülsünüz?" "sanat eleştirmeniyim, sinema eleştirmeniyim" hiç birşey yapmadan sadece eleştirmek bir meslek midir? ancak kolay ve keyiflidir eminim.
tüm bunları bir tarafa bırakırsak ben İstanbul Modern'de gördüğüm işine ilk baktığımda "sonunda bunu da yaptılar ya" dediğimi hatırlıyorum. gördüğüm tablonun adını hatırlamıyorum. hatta -aradan zaman geçti- tabloyu bile tam hatırlamıyorum ancak bendeki hissini hatırlıyorum. Fotoğrafçıların sıkça kullandığı bir teknik. tekniğin adını bilmiyorum. hani hareket halinde olan bir cismin hareketini takip edebildiğimiz bulanık görüntü. bu teknikle çekilmiş bir portre fotoğrafı kadar kusursuzdu tablo. ben eleştirmenlerin yerdiği bire bir fotoğraf aktarımına bayıldım. benden armağan çağlayan olmaz! tabloyu çok aradım ancak bulamadım. zaten bulup koysam da fotoğraf sanırdınız.

bulunduğu koridorun köşesinden döner dönmez bu tabloya takıldı gözüm. ne kadar gerçek durduğu konusunda en ufak bir fikir veremez yukarıdaki fotoğrafı. yakınlaştıkça keskin renk ayrımlarından üzerinde bir şekilde çalışılmış bir fotoğrafla yapıldığını düşünmeye başladım. tam önüne geldiğimde ise gördüklerim beni şaşırttı. bunca yıl kaneviçe işlemekten başka sanatsal bir aktivitesi olmayan atalarımızın torunları olarak biz yapabilirdik bunu ancak. çekilmiş bir fotoğrafın kumaş parçalarını boyayıp tuvale dikilmesiyle yaratmış tablolarını. benim "bizimkiler yeni bir teknik bulmuşlar,  negzel!" şeklindeki sevincim de google ı açana kadar sürdü.
bu sanatçımızın, sanatın beyaz ırk sanatçıları için yapılmadığını savunduğu böcek projesi diye bir projesi varmış. bunu da sonrasında okumasam işlerinden hayatta anlamazdım.

5 Mart 2011 Cumartesi

male machine

bir süredir internet üzerinden kırıştırdığım bir adamla tatil planı yapıyoruz. ben sürekli araştırma halindeyim. nerde kalalım, nerde yemek yiyelim, civarda nereleri gezelim... planlar planlar. her önerim de kendisi tarafından kabul görüyor. üst üste bütün önerilerimi kabul ettiği ve kendisi de yeni birşeyler önermediği için son iletişimimizde artık "bu sorulara cevap ver ve sen de lütfen fikrini söyle" gibi birşey söyledim. kendisi yine önerilerimi uygun bulup şöyle bir ekleme yapmış "rahat bi ikiz yatağı olsun yeter"

bu cümle daha önce biryerlerde okuduğum ya da izlediğim aşağıdakine benzer bir fotoğrafı getirdi gözümün önüne.

female machine

yukarıda görmüş olduğunuz alet bir kadın. istediğiniz verimi alabilmek için bir sürü ayar yapmanız gerekir. altı kuru keyfi yerinde olacak, eşref saatinde olacak, iltifatlarla ruhu yeterince okşanmış olacak ama boku da çıkartılmayacak. çok sıkılmayacak. çok da kendi haline bırakılmayacak. bla bla bla...


male machine
bu alet ise bir erkek. tek düğmesi var. basıyorsun çalışıyor. 

24 Şubat 2011 Perşembe

UGG(H!)

 dekolteden tecavüzü hakeden bacaklar

süreden tam emin olamamakla beraber ilk UGG'ı 5 ila 6 sene evvel görüp çok beğenmiştim. ancak ben bir çift edinmek için para biriktirene kadar etraftaki UGG sayısı öyle bir hızla arttı ki önce "nalet olsun" deyip sonra da içten içe "iyi ki almamışım, elimde patlayacaktı" demem şöyle dursun, kullananlarla da öyle çok dalga geçtim ki şimdi bunu bir günah çıkartma postu olarak yazıyorum. 4 gün önce benetton'dan 24TL'ye bir çakmasını aldım bunların. en azından bakkala çakkala giderken eşofman altına çorap giymeden çeker çıkarım düşüncesiyle. ancak o kadar rahat ve sıcak tutuyor ki 4 gündür ayağımdan çıkartmadığımı utançla kamuoyuna duyurmak isterim.
kıssadan hisse büyük konuşmak ve ön yargılı olmamak lazımmış dostlar.

4 Şubat 2011 Cuma

bırak bu işleri Hıncal!

müberek bir surat örneği

5 gündür bir İstanbul Modern yazısı yazmak istiyor, vakit bulamıyorum. Az sonra toplantıya girecek olmama rağmen çemkirmeden duramadım. Defne ile ilgili yazmış bugün şurdan okuyabilirsiniz. kendisine sormak lazım "tek akıllı sen misin" diye. yazdıkları aslında benim ve muhtemelen pekçoğunuzun aklından geçen şeyler. ancak bu kızın bir bebeği var. bir kocası var. kocası gelip tabutuna sarılmış, gözyaşı dökmüş. sen bu kocayı burda yazdıklarınla savunup, ölmüş olan ve halinden hala sevdiği belli olan eşini  kötüleyerek iyilik yaptığına bizi inandırmak mı istiyorsun? bırak bu işleri! gel sen cafe cadde'de otur. bizde oranın önünden her 3 geçişimizden 2'sinde değil, 3.de görelim MÜBAREK yüzünü. daha az zahiyat olur.

24 Ocak 2011 Pazartesi

battı mı?

neşeli insanların neşeli halleri diğer insanları rahatsız ediyor. dikkat ediyorum tüm mekanlarda bu kural geçerli. hoş geçerli olması için gerekli kültürel altyapıya da sahibiz. "çok güldük. başımıza kesin kötü birşey  gelecek, susalım" gibisinden...
yeni partnerimle aynı odayı paylaşıyoruz. uzun zamandır bu kadar bana benzeyen, bu kadar çok gülerek çalıştığım biri olmamıştı. iki otuzlarında feleğin çemberine dolanmış, motor binmek, dans etmek gibi ortak zevkleri olan hatun olarak aynı kafada ve aynı odada olmak pek güzelmiş dostlar. bu duyguyu unutmuşum. Senem, sakın sana ihanet ettiğimi düşünme bebeğim. sen ilk gözağrımsın!
konu benim yeni partner değil aslında. dağıttıkça dağıttım konuyu. tahmin edeceğiniz üzre epey keyifli çalışıyoruz. gırgır şamata gırla. ancak şunu iyi biliyorum ki yakında bir uyarı alacağız. "silkinin ve kendinize gelin" aslında işlerde aksayan birşey yok. bu sabah unuttuğum toplantıyı kimseyi haberdar etmeden çözebildim şükür. hatta daha uzun saatler çalıştığımı bile söyleyebilirim eskiye nazaran. ancak çok iyi biliyorum ki birşeylerin aksamasına gerek yok. insanlar çevrelerinde gerçekten içten kahkaha atan birilerini görünce eğer kendileri ortama dahil değillerse rahatsızlık duyuyorlar. restorantta, işyerinde, sokakta, vapurda farketmiyor. dışarda bazen ben de rahatsız oluyorum. dolmuşta, vapurda vs. birşey okuyorsam dikkatim dağılıyor. ancak demek istediğim bu değil. yolda yürüyen insanların yüzlerine bakın. işyerinizde etraftaki insanların yüzlerine. neredeyse tamamının yüzlerinden mutsuzluk akıyor. bazen konuşulmayan bir psikolojiyle şöyle bir baskı yapıyor bu mutsuz bakan suratlar "neden ve nasıl mutlusun? ne hakla? mutlu olacak ne var? neden hayat sana güzel de bana değil?"
"başına gelenlerden biz sorumlu değiliz bebeğim" diyesim geliyor. "sordun da söylemedik mi mutluluğun formülünü?" neyse işte yakında sırf satışçı olarak düşmanlık boyutunda rakip gibi değil de, "benim kotam doldu bu ay. al bu satışı da sana yazalım" tadında insani mutlu mutlu işbirliği içinde çalıştığımız için bir uyarı alacağımızı hissediyorum. uyarı gelindce "ahanda ben dediydim" diye yorum düşeceğim bu posta. inşallah düşmem tabii, o ayrı.

20 Ocak 2011 Perşembe

İlk patronumuzdu bozbek’le. Bir gün azar işitmedik. Bir gün üzmedi bizi. Okul harçlığımızı çıkartmak için kitap kolileri taşıdık eşiyle, kızıyla, kardeşiyle beraber. Bir gün birimize ayrıcalıklı davranmadı. O gün öğle yemeğinde döner mi yiyecekler, tüm dükkandakilere döner ayran alınırdı. Dükkan dediysem, birkaç katlı bir kırtasiye dükkanı. İlk flörtlerimizi yaşadık o dükkanda. Ermeniymiş, Türkmüş ayırmadan. Zaten ayıracak birşey de yoktu ki. Değişik ve kulağa çok hoş gelen isimleri vardı. "Maral" gibi mesela. Bir de bizlere göre daha değişik telaffuzları. Hoşuma giderdi yayarak konuşmaları. Kayar değişirdi benim de konuşmam hemen.

Güzel ailedir. Güzel insanlardır. Güzel insandı Fırat Abi. Bir kere de birinin kendisine Hrant diye seslendiğini hatırlamıyorum. O bizim Fırat Abi’mizdi.

Unutmadık. Hala içimiz yanıyor. ancak dün akşam şerefine kadeh kaldırmaktan başka birşey yapamadığımızı görmek utandırıyor.

12 Ocak 2011 Çarşamba

en medeni olmayan hallerim kardeşime gider hep

zor günler geçirdik dostlar. kardeşimin pazar sabahı arayıp "abla kaza yaptık. ben x'le olduğum için sen kızarsın diye akşam arayamadım" demesi beni "neden bu kızlar benden bu kadar korkuyor? çocukların özgürlüklerini kısıtlayıcı baskılar mı kuruyorum?" düşüncelerine sevketse de, birkaç saat sonra kafada bandaj, üstbaş kanlar içinde titreye titreye karşımda görünce pek bunları düşünmeye fırsat olmadı tabii. durumu iyiye gittiği ve artık bugün annemlerin yanına geri döneceği için ilk başka duygusal kafalar yüzünden düşünemediğim bu iki soruyu bu akşam 3günde altüst ettiği dolaplarımı kendisine küfrederekten toplarken uzun uzun düşüneceğim.

şu antene bi vursana kendine gelsin

aylardır sabahları karşılaştığım bir bey var. ben işe giderken kendisi de köpeğini gezdiriyor. henüz merhabalaşmasak da hergün aynı boş sokakta karşılaşan iki kişi olarak bolca bakışıyoruz haliyle. geçen saçı sakalı kesmiş. yüzü gözü açılmış. dedim şeker bir parça bu. benim asistana bahsettim. "aman magnet bu saatte köpek gezdiriyorsa işsiz güçsüz, serserinin tekidir, boşver" dedi. sonra oturduğunu düşündüğüm apartmanı söyledim. "ya aslında çalışmaya ihtiyacı olmayan tuzu kuru biri de olabilir o apartmanda oturuyorsa ya da evden çalışıyordur belki" dedi. ben bunları nasıl düşünmedim diye bir tokatladım kendimi. kardeşim yaşındaki kız bile düşünüyor. ben hala haylala laylala. aradan günler geçti. birgün bir de baktım fb'tan bir arkadaşımın arkadaşı görünüyor bu çocuk. profili de açık. fb başka ne işe yarar ki! hemen araştırmaya başladım. fotoğrafları görünce bir yutkundum! ev cidden küçük bir hayvanat bahçesi.kalan bilgileri aşağıda görebilirsiniz.
Employers : Köpek dolaştıryorum.
University: sokak
Secondary school: Bıraktım onu
Religious views: Atheist
Political Views:  Primitivism

alıcılarımın ayarı ile oynamaya devam ediyorum.

4 Ocak 2011 Salı

bi' orta şekerli tutturmak dileğiyle


My gears they grind

More each day

And I feel like

They're gonna grind away



And the city blocks

They drive me wild

They're never ending

Mile after mile



I just don't know what to do

I'm too afraid to love you



It's heaven on earth

In her embrace

Her gentle touch

And her smiling face



I'm just one wishing

That I was a pair

With someone

Oh somewhere



All those sleepless nights

And all those wasted days

I wish loneliness would leave me

But I think he's here to stay

What more can I do

I'm wringing myself dry

And I can't afford to lose

One more teardrop from my eye