Sayfalar

25 Ekim 2010 Pazartesi

bunu sürekli aklımda tutmam lazım!

erkeklerin söylediklerine değil, onları ilk gördüğüm an hissettiklerime güvenerek hareket edersem daha az hata yapacağım. hissettiklerim onların söylediklerinden daha gerçeğe yakın çıkıyor hep. ancak ben bunu iş işten geçtiği zaman hatırlıyorum. nedenini henüz keşfedemesem de ilişki içinde ilk hislerimi unutup, onların söylediklerine göre şekil alıyorum. bunu, bundan böyle yapmak istemiyorum. unutursam hatırlatın, tamam mı?

doğum günüm ölmek için ve uçmak için güzel bir gündür



1 hafta öncesinden etrafımdaki insanlarda başlayan doğum günü fokurdamaları doğum günüm geldiğinde bende buharlaşma etkisi gösterdi. konuyu uzatmamak için yine maddelerle geçiyorum:
- 00:00'da ilk arayan iş arkadaşım oldu. vaziyetin vahimliğine gel!!
- iş yerinde kuyumu kazan kadın doğum günüm için bana hediye almış. görünce yüzümün acı çeker bir hal alması "aaa ne gerek vardı!" gibi abuk bir tepki vermem gün içinde insanlara komik gelse de akşam eve gidince yine aklımı meşgul etti. hep burdan kan kaybediyorum. daha da politik, daha da kolpa olmalıyım işte! insanın 33. doğum gününde hala bunları düşünüyor olması da ayrı bir araştırma konusu tabii.
- bir gün önce zorla tanıştırıldığım ve aracılara bu işin olmayacağını açıkça beyan ettiğim facebook'tan çıkan talibimin doğum günümde etrafı güllerle çevrili 1 metrelik iki orkideyi ofisime göndermesi üzerine ofistekilere dönüp "siz organize ettiniz di mi yine gülmek için" tepkisini vermiş olmam ve not zarfını açtığımda yaşadığım dumur!
- doğum günü hediyesi dövme desenine karar veremeyen terazi
- 22 ekim akşamı kendimi eve atıp, dvdye bir film takıp şarabımı açıp, çekirdeğimi çıtladım. sanki bir filmde oynuyormuşum gibi hissettim kendimi bir an. 3 yıl önceki doğum günü dileğimi buldum. bir evim olsun, kendi kendime kutlamalar yapayım istemişim. bence evrene dileklerimizi tanımlarken çok dikkatli olmalıyız. sandığımızdan daha çok dinliyor bizi:)
- alka seltzer akşamdan kalmalığı nasıl geçiriyorsa, zaman da diğer acıları geçiriyormuş. şurdan anladım.
- 70 yaşıma geldiğimde de burada "bir subay emeklisi talibim var" demek istemiyorum ya!

21 Ekim 2010 Perşembe

kızsal dertler: kıldan tüyden sorunlar

ortalama bir insanın hayatını bölümlere ayırırken sayarlar ya, hayatının 10 yılı uyuyarak, 5 yılı yemek yiyerek.... diye devam eder. benim 32 yıllık hayatımın da herhalde 2 yılı dolu dolu kıl tüyleri temizlemeyerek ya da temizlemek için neler yapmam gerektiğine kafa yorarak geçmiştir. sırf bu yüzden ergenlik dönemimde annemden ve teyzemden nefret ettiğimi hatırlıyorum. bana böyle gereksiz genler verdikleri için. önce herbir alternatifi denersin. jilet, ağda, sir ağda, tüy sarartıcılar, tüy dökemeyiciler. en son epilasyon. sonra hepsinin işe yaramadığını, bunun da ömür boyu çekilmesi gereken bir kadın çilesi olduğunu kabul edersin. beyaz tenli iseniz ve tüyleriniz pek de sarı değilse ama tam da siyah değilse hepten sıçtınız! çağın buluşu olan lazer epilasyon da bir boka yaramıyor. ilk 3 4 seansta "ahanda bitti" diyorsunuz ama 3 yıl da devam etseniz bitmiyor, bitmiyor!
bir arkadaşım sarı tüyleri bile bitiren bir lazer epilasyon cihazından bahsedince heyecanlandım kurtuluyorum bu dertten diye. gugılladığımda gördüğüm manzara beni epeyce korkuttu. tr'de sadece 2 yerde var olan bu cihaza sahip caddedeki güzellik merkezinin sayfasında ajda pekkan'ın teşekkür mektubu vardı. fiyatları duyunca dudağımın uçuklamasından korktuğum için 1 hafta boyunca hergün aramayı bir sonraki güne erteledim. bu güzellik merkezini ne tamamen unutabiliyor, ne de arayıp randevu alabiliyordum. nihayet bugün günlerdir kafamı meşgul eden bu konudan kurtulmak için aradım. henüz dudağım uçuklamadı ama o ajda pekkanların gittiği güzellik salonuna şu halimle gidemeyeceğimi anladım.
hüsran denizinde boğulmamak için bir başkasının tavsiye ettiği sally hanson'ın ürünlerini  inceledim internetten. gayet güzel tüy sarartıcıları varmış. bu markanın tırnak ürünlerini de madonna kullanıyormuş nabeer! kumral kıllarımı sally hansen kremi ile sarartır bu sene de sarı kıllarla gezerim artık.

18 Ekim 2010 Pazartesi

kadıköy nüfus müdürlüğü dahil tüm devlet dairelerini çok seviyorum ve çalışmalarını çok takdir ediyorum

2 yıl önce bu eve taşındığımda nüfus müdürlüğüne kaydımı aldırmak için başvurmuştum. ancak apartmanın işyeri olarak göründüğünü, öyle bir yerleşim görünmediğini, gelip apartmana bakmaları gerektiğini falan söylemişlerdi. ben de bezip bırakmıştım ipin ucunu. binada 40 tane daire vardı. nasılsa birileri uğraşmak zorunda kalacaktı. bu kez uğraşan ben olmamalıydım.
kaydı bu tarafa alamadığımdan sürekli birtakım işlerim için annemlerin mahalleye gitmek zorunda kalıyorum. yine benzer bir iş çıktı. bu kez artık gidip şu kayıt nakil işini halledeyim de annemlerin muhtarlığa gitmek zorunda kalmayayım diye sabah kadıköy nüfus müdürlüğüne gittim. sıra fişi aldım. sıramın gelmesini bekledim. sıra bana geldi. nüfus cüzdanımı, 1 adet adresime kayıtlı faturamı ve sıra fişimi memura uzattım. adresimi sordu. söyledim.
- daire numaranızın 24 olduğundan emin misiniz?
- evet, tabii ki.
- apartmanda kaç daire var?
- 40'a yakın sanırım. neden sordunuz? bir problem mi var?
- apartmanda 23 daire gözüküyor.
- o zaman 23 olarak geçseniz kayıtlara, olmaz mı?
- hayır 3. kata çıkın. orası ilgilenecek.

3. kata çıktım. odada bir memur ve sanırım bir misafiri oturuyor önünde. derdimi anlattım. ekranda bir iki tıkladı.
- bugün gidin, yarın gelin.
- neden?
- ben işlemi yaptım. artık daireniz görünüyor ancak aşağıdaki arkadaşlar yarın görebilecekler.
- 2 yıl önce de benzer şeyler söylemiştiniz ben anlamıyorum. 2 yıldır hala gelip bakamadınız mı binaya?
- yok şimdi işimiz kolay. belediye girişini yapmış dairelerin.
- oh lütfetmiş valla sağolsun belediye!... neyse yarın geldiğimde kaydımı aldırabilecek miyim?
- evet.
- emin misiniz?
- tabii hanfendi. tabii..
- umarım öyle olur. aksi halde bence siz de beni görmek istemezsiniz. iyi günler!
- iyi günler.

40 daireli apartmanın 23 daire görünmesi ve benim 24 nolu dairede oturuyor olmam. Tey Allam ya! neden ben yaa?

12 Ekim 2010 Salı

haberlerden birşey anlamak için profesör mü olmak gerekiyor?

yoğunluğumdan gazete falan okuyamıyorum. 5 10 dk. haberlere denk gelirsem bakıyorum işte. anlamaya çalışıyorum neler olmuş, neler bitmiş. zaten genelde çok büyük değişiklikler olmuyor ya, neyse. ancak bir haberin aslını öğrenmem bazen sıkça gazete okuduğum ya da haber izlediğim dönemlerde bile mümkün olmayabiliyor. geçen gün yine aynı şeyi yaşadım. Emir Kusturica Antalya Altın Portakal Film Festivalini terk etmiş. konunun bütün yan kollarını kısıtlı zamanlarda izlediğim haber programlarından öğrenebildim. Bildiklerimi sayıyorum.

1- politik birşeye kızdığı için festivali terketmiş.
2- bir vakit önce Bursa İpekyol festivaline katılmış ve  terketmemiş.
3- ancak Bursa Belediyesi Kustarica'yı çağıran ajansla mahkemelikmiş.
4- Kustarica Bursa'ya "no smoking" isimli müzik grubuyla şarkı söylemesi için davet edilmiş.

hatırlayabildiklerim bunlar. ancak ısrarla bu haber çıktığında kulak kabartmama rağmen haberin özü olan "neden gittiği" sorusunun yanıtını hala öğrenemedim. konu kustarica değil benim için. konu haberciler. ya dakikalarca haber yapıyorlar ve olayın özünü söylemiyorlar. insan iki satır ekrana yazar yahu! herkes sizin gibi gündemle yatıp gündemle kalkmıyor. herbirinizin bir taraf olmasını kabul ettik. bari işiniz haberdar etmek, bilgilendirmekse onu doğru düzgün yapın!

8 Ekim 2010 Cuma

neymiş efendim, kullanmamışım!

30 kişilik S&M ekibinde bana ve birkaç arkadaşa daha big boss'tan mail geldi. zaten kendisinden ya çok iyi birşey ya da çok çok kötü birşey için mail alırız. ortası yok. şu an satışını yapmakta olduğumuz ürünü henüz kullanmadığımız tespit edilmiş. biz kullanmıyorsak inanmıyoruz ve satamıyoruz demekmiş. hedefler tutmazsa ısrarla kullanmayan bu arkadaşları satışla ilgili pozisyonlardan uzaklaştıracakmış. şöyle bir cevap yazdım: "sevgili big boss,
şu ana kadar bu yeni ürünü en çok satabilenlerden biriyim. ayrıca vakti olan deniyor. hiç düşündünüz mü henüz deneyemeyenler çalışmaktan vakti olmadığı için deneyememiş olabilir mi diye"
kafamda yazdım tabii bunu. aşağıdaki eşekli postumla pek bir uyumlu oldu!

ofiste eşek var!

iş konusunda titizimdir. biri bana bir işini emanet ettiğinde de kendi işim kadar özen gösteririm. bu sebeple olsa gerek, ofiste ne kadar izin alan, tatile çıkan kişi varsa, hepsi işlerini bana emanet etmek ister. bütün iş hayatım boyunca bu hep böyleydi. bu durumun şu ana kadar bana bir faydası oldu mu diye düşünüyorum. teşekkürler ve insanlarla iyi ilişkiler dışında sanırım olmadı. çünkü yapı olarak birine iş emanet etme konusunda ben pek başarılı olmadığımdan işlerimi hep kendim halletmeye gayret ederim. sonra da gereksiz yoğunluklar ve stresler çekerim. bu kadar da itinalı olmamak lazım belki de. eşek olana semer vuran çok oluyor.

5 Ekim 2010 Salı

işte ben böyle bir hal içindeyim

Büyükada'da boş bir salıncak

robot gibiyim. kendimi nasıl kurarsam bir süre o şekil devam edebilme yeteneğine sahibim. kurduğum yolun dışına çıkartamaz hiç birşey beni. ama o yol nereye gider diye ben de düşünmem saat alarmı kulağı boşalırken. ilk başta düşünmüş ve riskleri göze almışımdır çok zaman.
kararsızlık ve bunun sonucu olarak bir türlü tercihte bulunamama durumum da etkiliyor olabilir bu tavrımı. hazır ıkına pıkına verilmiş bir karar varken, sonuna kadar gaza basmak. zaten ben benim için en zor safhayı (karar vermek) çoktan atlamışımdır.
herşey için geçerli bu durum. mesela bir süredir işe takmış durumdayım. bir numaralı konum iş. şimdi bundan sonra ne bileyim kurban bayramı tatili olabilir mesela ya da geçmişte bıraktığım bir konuyu tekrar gündemime taşıyabilirim. Allah sağlık sıhhat versin. fani konuları düşüneyim tabii ama...
galiba daha az acı çekmek adına farkında olmadan iyice ayıpladığım Türk erkeği kıvamına soktum kendimi. kakara kikiri yap ama duygusallıktan uzak dur. o kadar benimsemişim ki durumu şimdi artık hiçbir şarkıda duygulanmaz, reglimde bile ağlamaz oldum. domuz gibiyim. birisi içimi alıp götürmüş. bulanınız olursa haber etsin.