Sayfalar

26 Mart 2010 Cuma

istiyorum!



film son derece kötüymüş. Türkçe dublaja küstüğüm için henüz izlemedim ve Tim'le ilgili hayal kırıklığına uğramak istemediğim için de erteliyor olabilirim. ama şu mini makyaj setine bir bakar mısınız? renkler şeker gibi değil mi? istiyorum, istiyorum!özellikle de bu yıl papağan makyajı dediğimiz rengarenk göz kapaklarının olacağı bir sezon bizi beklerken..

25 Mart 2010 Perşembe

kimse kimseyi çekemiyor, boşver ayar çekmeyi!

İclal Aydın'ı da,
http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=295919&Categoryid=4&wid=10
Tuna Kiremitçi'yi
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/14216306.asp
de çok feminen buldum. İkisinin de yerinde oldum. İclal ayrılırken susmuş, dolmuş aşk acı bir sakıza dönmüş çiğneye çiğneye. Tuna artık bu insanla mutluyum diyor ama kendi kendine mutlu olamayan birini Jacqueline ne yapsın! başka birinin gözüne sokmak için yaşamanın kimseye faydası yok. Ahanda buraya yazıyorum: Jacqueline Tuna'yı tez zamanda terkeder. ben de gelir altına yazarım gördünüz mü bak diye! bana ne faydası varsa:)

sen, ben, o hadi yok edelim birbirimizi!

ABD’de sağ kanadın önde gelen “militan” yorumcularından yazar Ann Coulter, çıktığı Kanada turnesi sırasında yaptığı açıklamalarla büyük tepki çekince bir üniversitede yapacağı konuşma iptal edildi.
Coulter, pazartesi akşamı Western Ontario Üniversitesi’ndeki bir konferansta Müslüman bir kız öğrenciye, “uçakla seyahat etmek yerine deveye binmesini” söyledi. Daha önce “uçaklara alınmaması gereken Müslümanların bunun yerine uçan halılarla seyahat etmelerini” öneren Coulter, kendisine bu sözlerini hatırlatan ve “Benim uçan halım yok, seyahat için ne kullanmalıyım?” diye soran Fatima Al-Dhaer isimli öğrenciye, “Ne tür bir ulaşım mı? Bir deve bul” yanıtını verdi.


milliyetten alıntı bir haber yukarıdaki... üstüne konuşması iptal edilmiş ve:

Ann Coulter ise konuşmasının iptal edilmesi üzerine, asıl kendisinin bir nefret suçunun kurbanı olduğunu öne sürerek, Kanada İnsan Hakları Komisyonu’na şikâyette bulunacağını açıkladı.

22 Mart 2010 Pazartesi

seks bitince, ikinci bahar gelince...



dün annemlere gittim. baktım salonda ortada duran yüzyıllık sehpamız kapının önünde, şoka girdim. birkaç defa anneme o sehpayı atmasını tavsiye ettiğimde sohbet "ben senin evine karışıyor muyum!" gibi çemkirmelerle bittiği için artık dekorasyon konusunda anneme tavsiye vermiyorum.

kapıyı babam açtı: "hoşgeldin kızııım, gel bi öpeyim"
"baba sehpa, hayırdır?"
"bilmiyorum kızım. artık anlayamıyorum, bir bahar havaları, bir onu değiştirelim bunu yenileyelimler, bi haller oldu. gir kendin sor."
"baba eskiden anlıyor muydun ki?"
"işte yarı anlayarak, yarı anlıyormuş gibi yaparak geçti günler"


menapozun da kadın hayatının güzel bir dönem olduğuna asla inanmıyorum. bence hayatımız bitecek. zevk yok, yaptırım gücü zayıflıyor. ne anladım o hayattan ben!

14 Mart 2010 Pazar

HINDI ZAHRA-Beautiful Tango

alternatif tango sevenlere son keşfim. url eklemede bir problem vardı. başlıktan tıklayıp dinleyebilirsiniz efem.


ps:bu hatunun rengarenk ojelerini yemek ve klibinde tango yapmak isterdim.

9 Mart 2010 Salı

benimkini taşlama, yoksa ben seni taşlayacağım!



Yorum yazmasam da, moda bloglarını takip etmeyi seviyorum. Az önce birinde bir markanın bu yaz jean ağırlıklı olarak sunacağı konseptiyle ilgili bir post okudum ve konu aklıma geldi. Jean giymeyi sevmeyen yoktur sanırım. Genç, yaşlı, çoluk, çombak sadece pantolon olarak değil, denim kumaşını hayatımızın her alanında kullanıyoruz. Özellikle de ağartılmış, bir başka deyişle eskitilmiş olanını.

Geçen gün tvde bir ropörtaj izlerken duydum ilk defa konuyu. İçim acıdı. Jean üreticileri maliyeti düşürmek için 125bin avroluk bir makine almak yerine, ayda 350-400TL’ye sigortasız çalıştırdıkları işçilerle “kumlama” denilen yöntemle jeanlerimizi çok sevdiğimiz popo kısmı orda burada oturmaktan beyazlamış, bacak üstleri ağarmış, hatta isteğe göre biraz iplikleri çıkacak kadar eskimiş hale getiriyorlar. Biz de satın alıyoruz. Biz de bu işte çalışan işçinin kendisi gibi ciğerlerine kumlar saplandığından bu işte çalışan birinin 3 ay ila 2 yıl arası bir sürede acılar içinde öleceğini bilmiyoruz. Hastalığın adı silikozis. Bir diğer adı kumlama hastalığı. Seramik üretiminde, madenlerde çalışanlarda ve kot taşlayıcılarında görülüyor. Bir maden işçisi 20-30 yıl çalıştıktan sonra bu hastalığa yakalanabiliyorken, bir kot taşlayıcısı için tehlike 3 aydan sonra başlıyor. Üstelik kot taşlayıcısının sigortası yok ve şu an 150’nin üzerinde ölümle cebelleşen kişi olduğu ve tekstil firmalarının hiçbir şekilde tazminat ödemediği söyleniyor. Tedavisi pahalı ve çok zaman olumlu sonuç alınamadığından sevgili Sosyal Sigortalar Kurumumuz, işçi SSK’lı olsa bile zaten masrafları karşılamıyormuş birkaç ay öncesine kadar.

Bu sadece bizim değil tüm 3. dünya ülkelerinin kanayan yarası aslında. Yani durumu sadece kendi ülkemizde iyileştirip, rahatça giymeye devam edemeyiz bu ürünleri. Kaldı ki bu ülkede söylenen neredeyse herşeye şüpheyle yaklaşıyorum. Araştırdığım kadarıyla basında 2 yıl kadar önce başlamış bu konuda uyanışlar. İstiklal Caddesi’ndeki Mavi’nin önünde bir eylem yapılmış. Katillikle suçlanmasının ardından Mavi Jeans’in patronu Sait Akarlılar “Mavi kumlamayı lazerle yapıyor” demiş. Buyurun tık. Bana inandırıcı gelmedi, siz inanırsınız inanmazsınız bilemem. Ancak bikaç yıl bu işte çalışıp, bu dermansız hastalığa tutulan bir işçinin şu cümlesinin ardından hala taşlanmış kot giyecekseniz, insanlığınızdan şüphe bile etmem!


“para kazanmak için İstanbul’a gelirsin. Birkaç yıl kumlama yapar sonra askere gidersin. Dur derler, sen çürüksün. Sonra köyüne dönüp ölmeyi beklersin. Kumlama hastalığı budur.”

4 Mart 2010 Perşembe

HAYAT BİR TOKAT GİBİ ÇARPTI YÜZÜME İŞTE O AN!


Sahne1: Yıl 1998. sıcak bir Eylül sabahı. İlk profesyonel işimin ilk haftası. Ofise giriyorum. Karşı masamda oturan Yeliz’in kıçında 1 karış boyunda bir mini etek. Ayağını etejerin üstüne koymuş ayak parmaklarına oje sürüyor. Sonra Mustafa gelip Yeliz’e masaj yapmaya başlıyor. Ben şoktayım. “Utanmazlar! Bi de her ikisinin de sevgilileri var. Allahım ben nereye düştüm!” Yeliz orospu Yeliz, Mustafa pezo Musti olarak kalıyor hatıralarda.

Sahne2: Yıl 2010. Geçen hafta. Telefonum çalıyor ve sektördeki önemli şirketlerden biri beni iş görüşmesine davet ediyor. Görüşeceğim kişinin adı Yeliz. Düşünüyorum bizim orospu Yeliz olabilir mi diye. Bir süre önce orada çalışıyordu sanki. An geliyor. Orospu Yeliz’le karşı karşıyayım. Tabii ki iş görüşmesi yerine kim, nerde, ne yapmış dedikodularına bırakıyoruz kendimizi. Yeliz hala kırmızı ruj, pullu far, esmer tenine hiç uymayan platin saçlar kullanıyor. Tek değişiklik sol elinde bir alyans ve karnının burnunda olması. Meğer şirketin sahibiyle evlenmiş 1 yıl kadar önce. “Hamile kalmıştır” diyorum sinirle içimden. “Evlenmek zorunda kalmıştır adam bu kıromajla”. İş teklifinde bulunuyor bana ve kartını uzatıyor düşünüp haber vermem için. Oldukça iyi paralardan bahsediyor. Kartvizitte yazan pozisyonuna bakıyorum bana teklif ettiği pozisyondan 3 basamak yukarısı. Aldığı maaşı hesaplarken artık kendimde değilim.

Kapıdan çıkıyorum. Annemi arıyorum neden bu kadar dürüst ve mütevazi yetiştirdiniz bizi diye. Tabii ki anlamıyor ne demek istediğimi. Yine bir şeylere sşnirlenip acısını ondan çıkarttığımı düşünüyor. Kapatıyorum telefonu. Yüzüme rüzgar çarpıyor, gözlerimi yaşartırcasına. Yok yok. Rüzgar değil, hayattı çarpan.