Sayfalar

23 Kasım 2010 Salı

iki cambaz bir ipte oynamaz

temsili olmayan fotoğraf

az önce uzun süredir yazıştığım ve mailleştiğim bir kadın müşterimle nihayet yüz yüze görüştük. tanışmamızın 5. dakikasında bana "burcunuz terazi mi?" diye sordu. meğer astrolojiyle ilgileniyormuş. "evet, o kadar belli ediyorum demek" dedim. "sizin burcunuz ne?" diye sordum. " asla tahmin edemezsiniz" dedi. "ikizler?" dedim. "nasıl bildiniz, astrologlar bile zorlanır burcumla ilgili tahminde bulunmakta" dedi.

sonuç: satışı yapamadım!

20 Kasım 2010 Cumartesi

mini mini tatil

yoğun ofis kavgaları ve ardından gelen gerginliklerden fırsat bulamadığım için doğru düzgün bir tatil programı yapamamıştım. tatile birkaç gün kala verilen ani bir kararla rotamı yeşil bursa'ya çevirdim ve bursa şehrimizin anlatıldığı gibi yeşil bir şehir olmadığını, sadece etrafının yeşillik olduğunu gördüm. Daha neler mi gördüm, tivitırdan paylaştıklarım dışında şunları:
şehirde araçla ulaşımın son derece kolay olduğunu, en uzak mesafeye bile yarım saatte gidilebildiğini,
uludağ yolunun kafa yapacak kadar çok virajlı olduğunu ve benim gibi vertigolulara göre olmadığını,
ipekçiler çarşısı'nın tamamen arabiklerin zevkine göre düzenlendiğini ve fiyatların son derece kazık olduğunu,
yeşil camii'nin neden olduğu bilinmese de mavi ışıklandırma koydukları için akşamları mavi camii olarak göründüğünü,
en en en iskender kebabının kebapçı iskender olduğunu,
orda Tirilye diye bir köy olduğunu,
köyün kuruluşuyla ilgili farklı rivayetler olduğunu,
yaklaşık 1300'lü yıllarda kurulduğunu,
1. derece sit alanı olmasına rağmen o muhteşem evlere pimapen yaptıranlar olduğunu gördüm. birazcık size de göstermek istedim.
şöyle bir bakkalları var mesela... 

şöyle bir iskeleleri,

italyan kasabalarındaki gibi şöyle şirin sokakları,

saçaklarındaki şu işçiliğin bile muhafaza edildiği bakımlı evleri var.

 ancak bakımsızlıktan yıkılmak üzere olan muhteşem bir okul binası ve 1300'lerden kalma bir klise de var ki, iç acıtıyor!

 şarap şişelerini şu şekilde padişah kaftanlarıyla süslüyorlar:

Türkiye'nin en yaşlı zeytin ağaçlarına sahipmişler.

 bir de eşek ölmüş.

rakı kadehleri tokuşunca güzel ses veriyormuş. balık güzel, lakin meze kötüymüş,
ayrıca havayı çekince mis gibi ciğerime doluyormuş.
çocuklugumdaki gibi akşam üzeri güneşi arkama alıp yürüyünce, bacaklarımın bu kadar uzun görünüyormuş!

botanik park'ta hiç enteresan bir bitki olmadığını, etraftaki birkaç apaçiyi ve yiyişen çiftleri saymazsak kendimi herhangi bir avrupa şehrinin herhangi bir parkında sanabileceğimi düşündüm.

bir tatil bittiğinde içime dolan hüznü başka bir tatil planı/hayali hafifletiyor sadece ve ne yazık ki bir sürpriz olmazsa uzunca bir süre tatil yok. çiçekler böcekler tuhaf bir sakinlik yarattı bende. üzülemiyorum bile.

14 Kasım 2010 Pazar

gece hayatında değişen kuralları açıklıyorum: fast forward tuşuna çoktan basılmış.

uzun zamandır - bar-cafeleri ve konserleri çıkartıksak yıllardır - club kıvamında bir mekana gitmiyordum. dün akşam depresyonda olduğunu düşündüğüm kız kardeşimin kimlerle takıldığını, nerelere gittiğini görme amaçlı gece gezmesine çıktım. bizim zamanımızda bir christal vardı, gerisi de yalandı. şimdi black, minimüzikhol, 11:11 gibi bir sürü mekan türemiş. varlıklarından haberdardım ancak gidip görmek başkaymış dostlar. raconlar değişmiş. ben de değişen raconları sizinle paylaşmak istedim. olur da giderseniz benim gibi şaşkınlık geçirmeyin diye.

1) 5 yıl öncesine kadar bu tarz mekanlara gelen kitle aşağı yukarı belliydi. etrafta benzer giyim zevkine ve stillere sahip kadın ve erkekleri görürdünüz. topuklu ayakkabı rahat dans edilemeyeceği için pek tercih edilmezdi. içeride belli saatlerden sonra bir kaç tane topuklu giyen görünürdü. onların da yaklaşınca  ya manken, ya popçu ya da jet sosyeteden biri olduğunu anlardınız.
şimdi ise durum değişmiş. içerde hem bağdat caddesi stayla, hem taksim kızı staylaları görmek mümkün. hatta faces gibi dancing öncesi demlenme mekanları bıyıklı amcalar bile ziyaret eder olmuş.
2) eskiden mekanların chill out taraflarında elbetteki bir piyasa havası vardı. bakışma, cilveleşme, telefon alma verme, sohbet etme, arzunuza göre geceyi beraber geçirme gibi sosyalleşmeler yaşanırdı. bunlar adım adım ve belli zaman aralıklarıyla gerçekleşirdi. dj setinin olduğu kısımlarda ise insanlar dans eder, öpüşür koklaşır, müzik dinler ve eğlenirlerdi.
şimdi bu durum da değişmiş. sosyalleşmeyi hızlandırmak için daha küçük mekanlar yapılır olmuş. mecburen göt göte duruyorsunuz. mecburen birilerinin mahrem mesafesine giriyorsunuz ve onlar da sizin mahrem mesafenize giriyor. hiç sohbet etmediğiniz, hatta göz göze bile gelmediğiniz biri bu sıkışıklıktan faydalanarak elini omzunuza ya da belinize atabiliyor. "noluyo be!" gibi bir tepki almazsa devam ediyor. alırsa "pardon" deyip hemen yeni bir av için gözlerini başka bir noktaya dikiyor. dolayısıyla müzik dinlemek ya da dans etmek asıl amaca giden yolda araç olmuş oluyor.  
3) eskiden biraz yüz bulunca bir drink ısmarlardı herifler. artık varlığından, orada olduğundan haberinizin olmadığı bir herif size içki ısmarlayabiliyor. içkiyi içip, herife siktiri çekmek serbest.
4) bir mekandan diğerine yolda yürürken yanınıza pıtırcık, temiz yüzlü  kızlı erkekli bir grup genç yanaşıp "küçük beyoğlu nerede, biliyor musunuz?" diye soruyorlar. siz de saf saf -hani yanında kızlar falan da var ya, kaynak yapmaya çalıştığını hiç anlamıyorsunuz- "ooo geriye doğru epey yürümeniz gerekiyor. emek sinemasını biliyor musun, o sokak işte.." gibi adres tarif ediyorsunuz. çocuk da sizi süzüp "çok uzakmış. buralarda nereye gidebiliriz peki?" derken eş zamanlı olarak kız kardeşiniz "burdan teme çıkın orda bulursunuz, hadi bakiim" deyip sizi de kolunuzdan çekiştirirken anlıyorsunuz ki boynuz kulağı çoktan geçmiş ve siz gece hayatında tedavülden kalkmışsınız. bunları bilin de olur da böyle yerlere giderseniz, benim gibi demode kalmayın diye anlatıyorum.

10 Kasım 2010 Çarşamba

                                                                  anıyoruz...

7 Kasım 2010 Pazar

deli değil sağlıklı olanı makbuldür insanın

eskinden insanların psikolojik rahatsızlıkları olması çok ayıp karşılanırdı. ayrıca kimse kafa doktoruna gitmek istemez, kendinde bir bozukluk olduğunu kabul etmek istemezdi. (kelimeyi aşağılama anlamında kullanmadım, ben de gitmiş bir insanım. bir psikolojik rahatsızlığınız varsa çevreyle uyum konusunda sıkıntılar yaşarsınız ve buna bozukluk da denilebilir) şimdi bakıyorum herkes kafa dr a gidiyor ve bunu bir güzel dillendiriyor. ruh dr.larının çok önemli bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. param olsa ben de ara sıra ziyaret etmek isterdim. ancak o kadar da sağlıksız bir toplum değiliz. insanların bu hastalıkların arkasına sığındığını düşünüyorum son zamanlarda. sığın bir hastalığın ardına. kır dök istediğini yap, herşey mübah. yok öyle yağma! bu sefer kendimi "o insanın cidden böyle bir rahatsızlığı var mı, beni mi düdüklüyor"a bağlıyorum, sigortalar atıyor bende.
bir de o kadar özenilecek birşey değil bu rahatsızlıklar. herkesin kafası karışık. daha havalı yapmıyor hastalıklar. prim vermeyin gençler böyle şeylere!

"einstein da deliydi. makbul değil mi şimdi delilik?" gibi zırvalıklar olmaması açısından temsili olarak konulmuştur.