Sayfalar

9 Haziran 2010 Çarşamba

gelmesen de call me!


İlişkilerde telefon aramaları önemlidir. Özellikle aynı evde yaşamayan çiftler için. İlk etapta daha sıkıntılı olmasına rağmen, daha heyecan vericidir. “Hayatında biri var mı?” sorusuna “bilmiyorum, galiba, var demek için erken” gibi cevaplar verdiğimiz kabız süreçteyizdir ve henüz oluşmuş bir rutin yoktur. Zaten ilişkinin varlığı tartışılır durumdadır. Birşeyler vardır ama, adına ilişki demek için henüz erkendir. “Acaba arayacak mı”yla başlar herşey. Göz sürekli telefonda. Tv’de ya da pc’deki en küçük dıtlama midede kelebek yutulmuş etkisi yaratır. (bu arada hayatımda hiç kelebek yutmadım ama yutsak böyle hissederiz heralde di mi? Anladınız duyguyu di mi?) bu hayatta hissedilen en fresh duygu bu bence. Bundan daha freshini diliyle fıskiyeli heykel yapan caponlar bilir herhalde.


Bir de arama hesapları yapanlar vardır “En son ben aramıştım şimdi sıra o’nda” gibi envantercilerdir bunlar. Telefonu ilk çalışta açmazlar. Mesajlara hemen cevap vermez, uzun uzun esler verirler. Hayatları içten içe hesap yapıp bunları sadece kendi kendileriyle ya da kankileriyle konuşmakla geçer. Asla karşı tarafa yansıtılmaz. Racona uymaz. Küçük düşmektir bu! Bana yaratık gibi gelen bu kesime hiç girmeyeceğim.

Maksimum 1 hafta içinde durumlar netleşir. Aramalar bir düzene oturur. Artık “ay şimdi bu saatte aramak doğru olur mu” ya da “o aramıyor ben ne diye arayıp götünü kaldırayım ki” sancılı dönemi bitmiştir ve ilişki başlamıştır.

Bu arada oluşan rutine göre karşı tarafla ilgili çıkarımlar yapılır. Serseri ruhlu, bencil, piç, içinden geldiği zaman arayandan “beni ne kadar çok düşünüyor. Karnım ağrıyor demeyivereyim, yüz kere arar nasıl oldun diye”ye varana kadar olan mertebelerden bir ya da birkaçıyla derecelendirilir.

Bir vakit sonra (her ilişki için bu vaktin uzunluğu değişir) bu arama rutininde değişiklikler olmaya başlar. En küçük bir değişiklik bile mertebe transferi konusunda uzun uzun düşünmelere neden olur. Önemli bir konudur bu. Yoksa artık eskisi kadar değer vermemekte midir? Acaba hayatında başka biri mi vardır? “Ulan parayı vurdu, götü mü kalktı” gibisinden farkında olmadan sürekli arkada düşünülen bir numaralı konu olur. O kadar ki başınıza birşey gelsin de O da sonradan öğrenip vicdan azabından sürüm sürüm sürünsün istersiniz. Hatta bazen yalan söylersiniz. Yani ben söylerim. bir gece önce hastaneye kaldırılıp midemi yıkadıklarını söylemişliğim vardır mesela. Bu yöntem her zaman işe yarar. Yaramıyorsa zaten o kadın/adamdan size hayır gelmez. Yol verin gitsin.

Yukarıda yazdıklarımı kadınlar adına yazardım ama elimde güvenilir birkaç kaynak olduğu için karşı cinsimi de dahil ettim. Bunlardan biri eski bir sevgilimdi. Milim değişiklikten hemen çıkarımlar yapardı. Hiçbir zaman çıkarımlarında yanılmadığını söyleyebilirim. Full dikkat, full özen! Diğeri Alain de Botton. Sanırım ilk kitabı olan Romantik Hareket’i okumayanlara tavsiye ediyorum. Öyle bir aşk romanı falan beklemeyin. Tamamen psikolojik çözümlemeler üzerine diğer tüm kitaplarında olduğu gibi. Bu kitabında konu ilişkiler. Telefon aramalarının önemini şöyle açıklar (ezberden kendi cümlelerimle yazıyorum): "ilişki bir köprü ise telefon aramaları köprünün direkleridir. Direkler ne kadar sık olursa, köprü-ilişki o kadar sağlam olur." Hatta gerizekalılar için şekil1-a’da bol direkli bir köprü, şekil 1-b’de sadece iki direkli bir köprü vardır. Arama aramama konusunu kadınların üstüne yıkmaya çalışan zihniyetin okuması önemle tavsiye olunur. Dünyada bir hemcinsiniz anlıyorsa, siz de anlayabilirsiniz.

8 yorum:

Edward Ander dedi ki...

dürüstçe söylemek gerekirse, öyle arkadaşlarını sık arayıp arayı soğutmayan biri değilimdir. telefonla konuşmayı pek sevmediğimden olsa gerek.

ayrıca bu durum biraz kısır döngü gibi oluyor bende. uzundur aramayınca sanki şimdi ararsam daha bir ayıp olur diye düşünürüm.

en berbatı da böyle uzun süre görüşmediğim arkadaşlarımın başından senin de dediğin gibi önemli bir olay geçmiş olma ihtimali. "yaa.. edward, annemin kırkı okunuyor, sonra arasam olur mu?" gibi bir cümleyle karşılaşmaktan ödüm kopuyor. =)

mgntwmn dedi ki...

Edvırt senden bize hayır gelmez anladık:)

Edward Ander dedi ki...

ya öyle hemen atar yapma. =) yüz yüze ilişkilerde daha iyiyimdir. adamın gözlerinin içine bakarak konuşurum, jest ve mimik yaparım, arada göz kırparım, öpücük atarım.. öhöm...

mgntwmn dedi ki...

"adamın gözlerinin içine bakarak konuşurum, jest ve mimik yaparım, arada göz kırparım, öpücük atarım.. öhöm..."
bir adam için etkileyici olsa gerek:))

Edward Ander dedi ki...

önce biraz afallıyor tabi. sonra alışıyor ama. =)

mgntwmn dedi ki...

Edvırt burası küçük ve kendi halinde bir blog. bizbizeyiz ama heryerde böyle şeyler söyleme derim. MadiClara'lar düşmesin peşine:))

Kürksever dedi ki...

Alain de Botton bir ara twitter'daydı, takip ediyordum, tweetlerini derleyip kitap haline getirsen mükemmel bir aforizmalar kitabı olur, ama sonra kayboldu galiba...

Bir de, arkadaşın yazdıklarını okuyunca acayip cool biri olduğu hissine kapılıyorsun, ama ben birkaç konuşmasını ve sunduğu bir belgesel serisini izledim. Fiziğime olan güvenimi arttırdı valla. Kel kafa, kepçe kulaklar, kırmızı bir burun. Ama çok sevimli:)

Tamam, konuya döneyim. Telefonun bir de teknolojik boyutu var, mesela eskiden cep telefonu diye bir şey yoktu! İşte o karanlık çağlarda, 20 katlı bir yurtta kalan bir kıza aşık olmuştum. Allahım, onlarca kızın ortak kullanımındaki bir kat telefonunu düşürmek ne kadar zordu! Saatlerce telefon çevire çevire bir hal olurdum. Oh şimdi ne rahat, numarayı bile ezberlemene gerek yok! Teknoloji aşkı da öldürüyor, azizim...

mgntwmn dedi ki...

biliyor musunuz Alain'in asla cool bir insan olduğunu düşünmedim. böyle düşünmenize çok şaşırdım. hatta bana İngiliz değilmiş gibi geliyor hep. çok sıcak, çok samimi.
insanların fizikleriyle ilgili yorum yapmıyorum artık Adriana'nın kocası son oldu:) ortalamadan biraz farklı bir beğeniye sahip olduğumun farkındayım.
evet ben üniv.deyken cep telefonu yoktu. okulda 2 tane ankesörlü telefon vardı. bilirim o bitmek bilmez kuyrukları:) benim ve sizin jenerasyondan daha beteri (ya da iyisi mi desek) annemlerin dönemi. her prş buluşurlarmış babamla. haftada 1 gün 1 saat falan. prş gitmediğini, gidemediğini düşünsene. elbet olmuş gidilemeyen günler. hangimiz ulaşamadığımız halde bekleriz ki. ulaşabileceğimiz başka birileri varken.